1991 yılının haziran ayı...
Ankara’dayız...
İlk gençliğimiz gitmeye
hazırlansa da, daha yolun çok
başındayız.
Egede, Marmarada, İstanbul’da
geçen yıllarımdan sonra, Ankara’nın kara
bir alınyazısı gibi, ömrümün gelecekteki 25 senesini (ç)alacağından haberim
yok daha...
Sıcak , çok sıcak bir
haziran günü...
Küçükesat’ın,
küçük mutfaklı evlerinden birindeyiz...
Her bir yerine elimizin
değdiği evimizdeyiz...
Maraş’ın Elbistan’ın
çocuğu,
üniversiteden bin yıllık dostum, çiçeği
burnunda tüccar Hüseyin Kal da işten arta kalan
zamanlar yaratarak düzenli olarak Ankara’da ziyaretimizde...
Elinde , tahmini olarak 5
kilo gelen ilk notebooklardan biri var Hüseyin’in ve piyasa fiyatı
da 5500 dolar... Bugünün okkasına
vurursak, notebookun fiyatı 10 bin liranın üzerinde...Değişen
dünyayı algılamada mahir olan Hüseyin’in bu teknolojik ürünleri tanıttığı ve
pazarladığı zamanlar...
-Bırakın notebook’u , neredeyse 1990’ların ortasına kadar hantal
monitörlü bilgisayarlar bile
ulaşılmaz ve gereksiz noktadaydı nüfusun yüzde 99 virgül 90’ı için...Aynı
bilgisayarların hard disk kapasiteleri de şimdinin 100 liraya alınabilecek en
ilkel telefonlarından bile daha azdı...Mesela, tarihe bir kayıt olarak düşsün
diye söyleyeyim ki 1995’te aldığım ilk bilgisayarımın kapasitesi 3,7 megabayttı...ve fiyatı 1250
dolardı..
Yanlış yazmadım ,
Gigabayt falan değil Megabayt....
Kuruş değil , 1250
dolar....-
1991 yılının haziran
ayı...
Ankara’dayız...
Hüseyin’in elindeki
notebook’un bizim için en büyük marifeti Solitaire oynayabilmemizi sağlaması...Dünyanın en büyük devrimlerinden
biri çünkü bir deste kağıtla açılan falı renkli ekranın üzerinde yapmak...!!!
Sıcak , çok sıcak bir
haziran günü...
Küçükesat’ın,
küçük mutfaklı evlerinden birindeyiz...
Her bir yerine elimizin değdiği
evimizdeyiz...
Gene böyle bir Solitaire
ayinindeyiz 5500 dolarlık notebookla...
Radyodan kulaklarımıza
çalınan bir ses....
Radyoda haber zamanı..
Kulaklarımızda uçuşan ;
Ahmet
Arif....ölüm...cenazesi....öldü....şair...
kelimeleri...
Birden , üniversitede
okuduğumuz Ahmet Arif şiirlerinin hafızaya üşüşmesi... Birden daha da ısınan
bir Haziran günü...
Hüseyinle gözgöze
gelmemiz...Yakılan sigaralar...
ve dudaklarımdan dökülüveren
şu dizeler ;
“bir umudum sende , anlıyor musun...”
Bu blogun daimi okurları durduğumuz
yeri bilirler...
Bu blogda siyah beyaz
yoktur...
Bu blogda sizden bizden
ötekilerden...yoktur...
O yüzden sayfanın başında
şunu deriz ısrarla Andre Gide imzasıyla ;
“ gerçeğin rengi, gridir...”
Bu blogda, hepimizin
hayatına değen okuyan yazan düşünen
insan hikayeleri vardır...çünkü ve insan
kıymetlidir...neye nereden nasıl bakarsa baksın, düşünen okuyan yazan
sorgulayan herkes kıymetlidir...Ahmed Arif de kıymetliydi, çok kıymetliydi
çünkü her şeyden önce iyi bir şairdi...
Dostu olan şair Cemal
Süreya şöyle anlatmıştı bir yazısında onu: “....Ahmed Arif’in şiiri bir bakıma
Nazım Hikmet çizgisinde, daha doğrusu Nazım Hikmet’in de bulunduğu çizgide
gelişmiştir. Ama iki şair arasında büyük ayrılıklar var. Nazım Hikmet,
şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovada akan
‘büyük ve bereketli bir ırmak’ gibidir, uygardır. Ahmed Arif ise dağları
söylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları, asi dağları. Uzun ve tek bir ağıt
gibidir onun şiiri....
Aynı Cemal Süreya, Ahmed Arif şiirinin siyasi bir şiir olduğunun
da altını çizerek şunu da demişti ;
Daha deniz görmemiş
çocuklara adanmıştır onun şiiri....
Bilmeyenler çok yadırgayacaktır ama Ahmed Arif
64 yıllık hayatında yalnızca
tek bir şiir kitabı yayımlamıştır ;
Hasretinden Prangalar Eskittim...adıyla...
Ahmed Arif’in şiirinde
okurken, dinlerken hatta bestelenirken
de ritmin ve ahengin büyük önemi vardır. Bu yüzden şiirleri belki
de en çok bestelenen ve iyi bestelenen şairlerden olmuştur Ahmed Arif....
Ahmed Arif ve Cemal
Süreya hayatlarının bir bölümünü Ankara’da geçirirken yakın dostturlar...Bekar
olan Ahmed Arif öylesine hayrandır ki Cemal Süreya’ya, yüzünü bile görmediği
halde Cemal Süreya’nın kız kardeşiyle evlenmek
ister. Cemal Süreya da bundan mutluluk duyacaktır ki kardeşine “Hemen
evlen ” der, “Türkiye’nin en iyi şairiyle, Ahmed Arif’le...”
Kız kardeş Ayten önce
şaşırır bu duruma ama sonunda ağabeyi
Cemal Süreya’nın sözünü dinler ve Ahmed
Arif’le buluşmak üzere sözleşilir....Gelin ve damat adayının tanışacağı gün Cemal Süreya’nın kardeşi
buluşma yerindedir fakat Ahmed Arif yoktur....Dakikalar, saatler geçse de
yoktur...
Sonradan öğrenilir ki
Ahmed Arif’in tek bir gömleği vardır...
Buluşmaya temiz gömlekle gitmek istemiş ama yeni yıkanan gömlek kuruyamayınca da Ahmed Arif buluşmaya gel(e)memiş hem de bu durumu en yakın dostundan, Cemal Süreya’dan yıllarca saklamıştır.....
Söze , yazıya 5500
dolarlık notebookla başlamıştık ya...
Ahmed Arif’i 2 Haziran 1991’deki ölümünün 33. yıldönümünde saygıyla anarken şu cümleyle bitirelim ; Şimdilerde
evdeki bilgisayarların , laptopların ve bilcümle teknolojik aletlerin sayısını
ve modelini beğenmeyen, harçlıklarını, giysilerini yeterli görmeyen
çocuklarınıza şair Ahmed Arif’e ait yaşanmış bu hikayeyi anlatın, bu yazıyı
okutun bakalım tepkileri ne olacak...
( murat örem / 02
haziran 2014 / ankara...)
Bizler yokluktan geldik. Yama dolu pantolonlarla, ayakkabılarla büyüdük. Biliriz Ahmet Arif dönemini ve güzelliğini.
YanıtlaSilŞimdilerde herşey bol ve ucuz, sevgiler gibi. Biri bittiğinde hemen başlayan yeni modalar gibi hayatımız bir daldan bir dala kuş uçuşu zamanda.
Kalemine sağlık Murat. Bir solukta okunası yazın için.