babalık
tarafımla
iki
çocuk büyüttüm…
boyları
boyumu geçti…
akılları
aklımı…
babalık
tarafımla
iki
çocuk büyüttüm…
üniversiteyi
bitirmeye hazırlanıyor biri,
diğeri
de o kapıdan içeri girmek için gün sayıyor…
ikisi
de hemcinsimdi…
umur’a
da , arda’ya da
en
küçük hallerinden başlayarak
sokakta,
yatakta, oynarken, gülerken…
matematik
çalıştırırken….
onlar bir yandan büyürken büyürken
yüzlerce
binlerce soru sordum…
tane
tane, usul usul , zihin zihin….
hep
ve daima soru sordum…
ikisi de büyüdükçe büyüdükçe
soru
sormayı öğrendikçe
sordukları
sorulara cevap almanın hazzını yaşadıkça
bu
kez onların binlerce sorularını
cevapladım
sabırla,
itinayla, bıkmadan, usanmadan...
deli
keyifler alıp huzurlar bularak…
gözlerindeki
ışıltılara meftun olarak…
marks’ı
da sordular bana…
ittihat
terakki’yi de…
tecahül-ü
arifaneyi de…
leblebinin
neden (!) yapıldığını da…
niye oruç tutulduğunu da...
istediğim
buydu onları yetiştirirken…
biliyordum
ki, binlerce soruyu cevaplamayı öğrenirken
bir
gün, onlar da öğreneceklerdi iyi sorular sormayı…
hakiki
cevaplar aramayı…
daha
konuşmayı öğrenirken ikisi de
şu soruyu sordum onlarca kez onlara ;
soyut ve somut olanı iyi bellesinler diye...
“balıklar
uçar mı yüzer mi….”
öğrendiler
adım adım…
balıkların
yüzdüğünü…
kuşların
uçtuğunu…
insanın
hem
yüzüp
hem
de uçabildiğini…
aradan
yıllar geçti….
ben
büyüdüm, kocaldım…
saçımın
akları
saçımın
siyahlarını
evire
çevire döver oldu…
yakın
kağıttaki ekrandaki yazıları okumak
bin
yıldır elim ayağım olan
gözlüğümü
çıkarmamla mümkün oldu…
aradan
onlarca yıl geçti
ama
hiç unutmadım
çocuklarıma
sorduğum
o
ilk sorumu…
muhtemeldir
ki
arda
da umur da hiç unutmadılar
o
“efsane”
soruyu ve cevaplarını…
iki
gün önce
bir
ankara-antalya
seferinde
ak
saçlı bir adam olarak
sakin
sakin otururken
anadolujet’in
cam kenarı koltuğuna
süzülürkenanadolujet
önce
güpegündüz sonra gece gece,
pencereden
aşağı bakarken
muratöremmuratörem
aklıma
yine o soru geldi…
aklıma
;
kah gerekli kah gereksiz
bunca yıldır kendi hedeflerimden vazgeçişlerim geldi…
“
balıklar
yüzer de
sen
de iyi uçarmışsın
be
murat örem..”
dedim…
gecenin
bir yarısı inince uçaktan,
antalya’nın
yapış yapışlığına inat
vururken
suratıma ankara’nın
nispeten serin ve mert ağustosu
eve
geldim…
açtım
bilgisayarı bu yazıyı yazdım…
“balıklar
hep yüzsün
kuşlar
hep uçabilsin …
ama
insanlar da
biraz
daha fazla
düşünebilsin”
dedim…
(
murat örem / 17 ağustos 2015 / ankara…)
-fotoğraf/murat örem/ankara-antalya
seferi-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder