ne mutlu ki ;
çoğunlukçu değil “çoğulcu bir ailede…” büyüdüm…
hakkıyla eğitimci de olan bir
ailede büyüdüm…
ailem dahil , yaşadıklarımı hissettiklerimi başımdan geçenleri fikirlerimi itirazlarımı önerilerimi ve
bundan sonra başıma gelme ihtimali
olanları da yıllardır söyleyip yazdım… bu bloğu sıkı takip
edenler iyi bilir ki , yazılarımda yetiştiğim aileyle ve zamanında kurup emek emek
büyüttüğüm kendi aile hayatımın olumlu olumsuz her yönüyle ilgili bir çok
bilgiyi de paylaştım…derdim kendimi anlatmak veya aklamak, birilerini körü körüne suçlamak değildi…derdim
çıfıt çarşısı gibi, heybemdeki her şeyi lap
diye ortalara sermek de değildi…
derdim,
kendim de dahil insanın ve insanlığın büyük resmine küçük fırça darbeleri
vururken kuşaktaşlarımın ve yaşıtlarımın da tarihine bir not
düşmekti…şeffaflığın , hafızanın ve yazının en büyük güç olduğunu hatırlayıp
hatırlatmaktı…
yaşadıklarım(ız)dan
öğrendiğim(iz) şeyler var
demekti…
hele hele son üç yıldır
şu blog meydanı
adeta hyde park oldu benim için…
aklıma geleni eğip bükmeden yazdım…
öyle günler oldu ki,
sait faik’in dediği gibi
“yazmasam çıldıracaktım…”
onur duyarak söylemeliyim ki , ne annem ne
babam belki zaman zaman yazdıklarıma , düşündüklerime, hissettiklerime,
anlattıklarıma büyük itirazları olduğu halde , bir kez bile ağızlarını açıp “..artık
blogunda şu konudan söz etme, yazılarında bu konuya değinme, her şeyi bu kadar
içine dışına enine boyuna anlatma, insanlar en yakınlarındakiler de dahil her
şeye kulp takmaya meraklı , her evin içine arsız gözlerle bakmaya meyyal, bu yazdıkların yarın öbür gün hepimizin
karşısına çarpıtılarak çıkarılır…”demediler…
diyebilirler miydi…
diyebilirlerdi…
yakışır mıydı onlara…
yakışmazdı…
yakışmasa bile niza çıkarabilirler miydi…
çıkarabilirlerdi…
onları dinler miydim…
asla ve kat’a dinlemezdim….
ama yine de onlarca gerginlik konusu arasına,
bunu da sokabilirdi annem babam…bunu
yapmadılarsa büyüklüklerindendir….
ve
anne babam
bunu yapmadılarsa
çoğunlukçu değil “çoğulcu” olduklarındandır…
otokrat değil “demokrat” olduklarındandır…
arada şunu da söyleyeyim hemen ; her ikisinin
de demokrat olmasında benim de verdiğim mücadele az değildir laf aramızda…!!!zaten
bu işler böyledir…hak verilmez alınır….yeri gelip bir çok noktada
çatıştığımızda anne babamla, onlar da yanlışlarından geri adım atmışlardır ya
da en azından bunun için çabalamışlardır…
anne babam , ömürleri uzun olsun 1940’ların
çocuklarıydılar…
türkiyenin ve dünyanın inim inim yoksullukla didiştiği,
tek ideolojiyle her şeyin aşılacağının
sanıldığı yılların çocuklarıydılar…
ben övünmek olacaksa olsun ama 60’ların
çocuğu oldum…
arkadaşlarım yaşıtlarım da tıpkı benim gibi, daha 1940’larda çocuk olan anne babaların çocukları oldular…
anne babam yatılı okudukları öğretmen
okullarında bir büyük ve çok iddialı modelin çok olumlu yanlarıyla tanıştıkları
gibi, farkında olarak ya da olmayarak
gerçeğin renginin gri olduğunu hiç düşünmeyerek yetiştirildiler
onbinlerce arkadaşları gibi…
kavramları kutsayarak yetiştirildiler…
bireyin devlete feda edilmeye hazır olduğu
günlerin rüzgarıyla meslek sahibi yapıldılar…
bütün bunlara rağmen hakkıyla iyi insanlar
oldular, yararlı insanlar oldular, iyi olmaya çabalayan anne babalar , pekbigüzel öğretmenler oldular…
onlar böyle yetişip büyüdüler ama ben ve
benim kuşağım başka bir dünyanın içine doğduk…
türkiyenin ve dünyanın kabına sığmadığı
yıllara doğduk…
bunlar uzun sosyolojik konular…
bilenler biliyor…
merak edenler öğreniyor…
bilmeyenler de camış gibi
yaşayıp gidiyor…
bilenle bilmeyenin bir tutulduğu onlarca
yılın uykusu ağır bastığı için de üzerimizde , hala burnumuz aynı kesif kokuyu alıyor…
lafı çok uzatmadan yazının başına dönelim…
çoğunlukçu değil “çoğulcu bir ailede…” büyüdüm…
hakkıyla eğitimci de olan bir ailede büyüdüm…
ve ne mutlu ki ;
kadının ve erkeğin yerinin belli olduğu bir
ailede büyüdüm…
keser kullanmayı , iyi pense tutmayı, evdeki günlük hayata dair
kalıcı ve pratik çözümler üretmeyi hakkıyla zeki bir adam olan babam
taşkın hoca’dan öğrendim…odun da kırdım soba kovası da
doldurdum…ailenin dışarıyla bir işi olduğunda erkek olan babanın daha atak
olduğu bir diyalogun içinde ama evin
annesinin de olan bitene eni konu kafa yorduğu bir evde de büyüdüm…hiç
de yadırgamadım…
bir erkek çocuğu olsam da otomatik
makinelerin olmadığı bir çağda büyüdüğüm için çelik gibi soğuk havalarda balkona
çamaşır asarken moraran ellerine hiç kıyamadığım için annem müjgan hocanımın ,
çamaşır da astım toz da aldım süpürge de yaptım cam da sildim mutfakta da
yardım ettim çalışan kadın anneme , ben çok erken yaşta evlenene dek…
bunu da hiç yadırgamadım…
ama babamı evin mutfağında elinde hamurla da hiç
görmedim…
börek açarken , çilek reçeli yaparken , salça
hazırlarken göbeğinin üzerinde mutfak önlüğüyle hiç yerleşmedi zihnime taşkın
hoca…evet, her fırsatta karısına yardım etti, reçeli de karıştırdığı
oldu, salça tepsilerini taşıdığı da ama fiilin birinci öznesi hiç olmadı…
bunu da hiç yadırgamadım…
annemi de elinde keserle odun kırarken hiç görmedim…
tornavidayla vidalar da sıkmadı müjgan
hocanım…
kaloriferli günlere gelene dek , eve kömür de
taşımadı…
arabayı sanayiye tamirciye de götürmedi…
beş katlı öğretmenler apartmanının çatısına
çıkıp anten de ayarlamadı…
bunu da hiç yadırgamadım…
mutlaka gördüklerimin üzerine koyduklarım da
olmuştur benim de bir aile babası olduğumda…yıllarca güle oynaya bulaşık
yıkadım elimiz para görüp yıllar önce beko’nun prenses’i eve gelene dek…umur
ve arda büyüyene kadar cam da sildim…süpürge de yaptım…iyi de toz
aldım…ve yine çocukların çok ender
zamanlarda mecbur kaldığımda altını da aldım öf demeden…mamalarını hemen
hemen hiç ısıtmadım ocakta…kaşıkla vermedim ağızlarına agu magu diye şebeklikler
yaparak…ama ilk aylardan başlayarak yanlarında şiirler de okudum,
şarkılar da mırıldandım, hikayeler de anlattım binlerce kere…yıllar yıllar boyu,
sabahın 7’sinde arabanın içinde okullarına da götürdüm çocuklarımı, servise verirsem 45 dakika daha az
uyuyacaklarına hiç ama hiç kıyamayarak…kendime pek güzel kıyarak...iyi ki kıyarak...
ama çocuklarım beni bulaşık yıkama dışında hiç
görmediler mutfakta iş yaparken…evet yemek sonralarında çok sohbet ettik
umur’un ilk ergenlik zamanlarında…arda’nın
elinden çok kahveler içtik baba ve büyük oğul olarak…
ben murat örem
mutfakta salata da yapmadım…
çay da demlemedim…
hangi yemek önüme konursa yedim..
ve bir tek kez bu yemeğin yağı tuzu kılı da
demedim…
çok istediyse canım bir şeyler ve yoksa
ağzıma göre bir zeytinyağlı , açtım dolabın kapağını saatlerce(!!!) baktım raflara
ve dünyanın en güzel ikililerinden olan peynir ekmeğe, zeytin ekmeğe, domates
peynire, yoğurt peynire şükrettim…
allah var uzun yıllar çocukların anneleri de
çok esirgemedi emeğini…son yıllarda makarna pilav kombinasyonuna (!!!) anlamsız
biçimde yüklense de, vakti zamanında çok
güzel yemeklerini , börek çöreklerini tatlılarını tuzlularını yedim hünerli elleriyle yaptığı …
fakat
annemin böreklerini çok severek yedim..
annemin turşularını çok severek yedim…
annemin reçellerini çok az yedim…
-laf aramızda şu reçel denen şeye hep
allerjim oldu…-
annemin birbirinden leziz yemeklerini hep
iştahla yedim…
iyi börek yaptı hep annem müjganhocanım…
muhteşem börekler yaptı…
iyi yemek yaptı…
iyi turşu yaptı…
iyi tarhana yaptı…
iyi baklava yaptı…
yaptığının her zaman hakikaten en iyisini
yaptı…
belki annemin bunca muhteşemliğinin üzerine birilerinin de işi zordu…
ama o birileri de iyi sarma yaptı…iyi mantı
yaptı…
- laf aramızda mantıyı da hiçç sevmedim…-
fakat o birileri pek de iyi surat yaptı yıllarca , arada bonus olarak…!!!!!
şimdi bakıyorum da ;
bir börek yapma tartışmasıdır gidiyor…
hanım
olan , iletişim bilimleri eğitimi alan ve akademik kariyerde en üst noktaya
çıkmış yeni aile bakanımızın vakti zamanında söylediği iddia edilen bir cümle
üzerine her zaman yapıldığı gibi / çok zaman yapıldığı gibi sanal
ve çok işgüzarca bir polemik yaratılıyor…
rivayete göre, yeni aile bakanımız, vakti zamanında “ müslüman bir kadın börek
yapmasını bilmiyorsa o aile dağılmaya mahkumdur…” meyanında bir cümle
serdetmiş…ve güzel ülkemin her işin en iyisini bilen bir başka hanım
grubu da hemen topa gireyazmış….kendisi de siyasetin içinde olan bir başka
hanımefendi , işi gücü bırakıp sayın bakanı arayarak bu durumun gerçekliğini
sorgulamış ve kesin cevabı alınca herkesle paylaşacakmış…!!!
memleketin her işi bitmiş de bu cevap
bekleniyormuş şimdi…
yahu
, bu cümlelere takılıp “yeni polemik var hanım…” diye ellerini ovuşturan insanlar , bu ülkede
bunca yıl yaşadılarsa bizler nerede
yaşadık…
bu ülkede, en ortalama kadın bile börek
yapmayı bilir …
bilmeyen de öğrenmek ister…
bazıları hamuru lap lup pişirir, yaptığı
kurabiyeler ayıboğan olur ama bu işleri yapmaktan hiçbir kadın eğer ruh hastası değilse yüksünmez…
daha da önemlisi bu ülkede bir çok kadına erkeğe
ve çocuğa göre de bu durum , erkeğin kadını sömürmesi mutfağa hapsetmesi falan
değildir…
doğrusu da budur…
izanlısı da budur…
insanların ve insan türlerinin eline
yakışanlar vardır…
bir tornavida bir kadının eline ne kadar
yakışıyorsa ,bir İngiliz anahtarı bir annenin eline ne kadar yakışıyorsa , eğer
mesleği işi gücü değilse bir hamur tahtası da oklava da bir erkeğin bir babanın
eline ancak o kadar yakışır…
bir akademisyen hanımefendi velev ki yıllar önce böyle bir cümle
kurmuşsa ve bugün aileden sorumlu bakan olmuşsa bunun ne zararı vardır…
bunun yadırganacak nesi vardır…
insanın , insanlığın ve insan türlerinin naturasından
gelen özelliklerini ve farklarını hepimiz her yerde her türde her zaman her
koşulda kadın erkek eşitiz, anne baba olarak eşitiz , herkes evde her işi
yapacak, bunun dışında edilen her cümle gericiliktir … misali işgüzar masallara buladıkça, ortaya
absürtlükten, komiklikten öte bir şey çıkmaz…
ya sevgili okur ;
babam taşkın hoca annem müjgan hocanımı 48 yıldır
boşamadığına göre bu işin en büyük sırrı annemin muhteşem börekler
yapmasındaymış meğer…!!!!
vallahi benim annem , 50 yıldır mis gibi
börekler yaptı ve bunları torun torbaya yedirirken de dünyanın en mutlu
kadınıydı…ve 35 yıl öğretmenlik yaparken de ben çalışan kadınım böreğinizi
kendiniz yapın, yemeğinizi babanla pişirin cümlesini hiç kurmadı…ömrü uzun olsun daha kimler kimler yer o börekleri...
babam da , huyunu cinsini nereden aldığı belli
olmayan huysuz ve megolaman(!!!) oğlu murat örem gibi, nursuz ve huysuz bir adam olmadığı için muhteşem börekler
yapan sevgili eşiyle onlarca yılı bir yastıkta deviriverdi…
bu nasıl kafa ; ey modernistler….
ey , ülkeyi başka bir akılla yönetmeye talip
olanlar…
siz bence , içinizdeki bu “nazlı” isimleri iyi tanıyın…
kızdırmayın müjgan hocanımları, taşkın
hocaları…
türkiyemizin evlerinde börekleri anneler
yapar…
hem de pek güzel yapar…
çivileri de duvarlara taşkın hocalar çakar…
öfleyip pöfleseler de iyi tornavida tutar
taşkın hocalar…
yani şimdi bir düşünün, ben yıllarca taşkın
hocanın börekleriyle büyüseydim ve müjgan hocanım soba her tüttüğünde boruları
hafta sonları langırlungur temizlemeye kalksaydı işler daha mı yolunda gidecekti…
güldürmeyin adamı…
güldürmeyin kendinize…
bir de şimdi olur mu olur ;
yarın öbür gün çok satan bir gazetede
“yılların gazetecisi ,
kadınları mutfağa
mahkum eden
gerici düşüncelerini
bir de uzun uzun yazıya dökmüş diye….
manşet olur muyuz .???
olur mu olur…
vallahi de
billahi de
tallahi de
olursa
hiç şaşırmam…
öyle şeyler yaşadım ki şu son günlerde, son
aylarda
şu dünyada hiç kimse beni artık şa-şır-ta-maz….
üzülür
müyüm onlar adına…
inanın
artık üzülecek yerlerim de ağrır oldu…
ahdım olsun
ben de o işgüzara
“bir müjganhocanım böreği yedirmezsem”
iki gözüm önüme aksın…
ikinci tabağı istediğinde de o manşeti ona yedirmezsem…
bakalım bu işler öyle hamhumşarolop manşet atmaya benziyor
muymuş ?
( murat örem / 31 ağustos 2015 / ankara…)
-fotoğraf/ murat örem / 1989/90/91 ???/ susurluk / örem ailesi-