*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

11 Eylül 2017 Pazartesi

ve artık o zaman ne zamansa; biten bir kitabın kapağını huzurla kapatır gibi, bardaktaki son yudumu bahtiyarca içer gibi eylülde kapatmak isterim perdeyi !!!




                             fotoğraf / arda erhan örem / temmuz 2015/sinop

“eylülü”   hep çok sevdim…
ömrümün çok yılını geçirdiğim bütün şehirlerde sevdim…


susurlukta da sevdim…
ankara’da da sevdim…
istanbul’da da sevdim…

                                  

susurluk’ta sevdim;  
çünkü uzun bir tatilin ardından eve dönmeyi hep sevdim…güzelim acıpayam günlerinden sonra harika olurdu susurluk’ta eylül…tatilden eve dönmüş olurduk…seminerlere giderdi öğretmen anne babam…evin içine huzurlu bir eylül güneşi dolardı kahvaltı yaparken kız  kardeşimle…güneşin o külhani efelenmesi de azalırdı eylül’de…o yaşta da sevmezdim güneşi, ısrarcı ve arsız bir kadın gibi gelirdi bana…bu yaşımda da  hiç sevmiyorum o yapış yapış yaz sıcaklarını…güneşi sevmeme konusunda istikrarlıyım yani… 



bir şeyi, birini sevip sevmeme konularında 
hep istikrarlı oldum aslında...!!!

sözlerimi enikonu tuttum...
karşımdakiler  beni delirtmediyse !!!



susurluk eylüllerinde parka çıkardım yaşıtlarım arkadaşlarımla ve kız kardeşimle..eni konu spor yapmaya giderdim çekirdek bir ekiple...özellikle üniversite yıllarımdaki susurluk eylülleri ise apayrı güzeldi…çünkü neredeyse her gün saatlerce biraraya geldiğim mavi gri gözlü kız çocuğu vardı…



az  da badire atlatmadım o biraraya gelmelerde :)

yolum da kesildi , tehdit de edildim tatlı tatlı…

yıllar sonra birlikte güldük olan bitene ….

malum  susurluk o zamanlarda da  mutaassıptı:))




her eylülde parkta saatlerce konuşurduk o mavi gri gözlüyle…yaptığımız yalnızca buydu...herkesin önünde gözgöze bakarak konuşmak! dereden tepeden her şey ama her şeyden konuşurduk...evet, daha çok ben konuşurdum :)) masamıza gelen gidenler olur, çayımızı içerlerdi...çok oturacak olurlarsa bir vesileyle uğurlardım hepsini...çünkü teketek konuşmak isterdim karşımdaki mavi gri gözlü kızla...öyle hayran hayran dinlerdi beni...ben de anlatırdım...maltepe sigaralarını yakardık karşılıklı...biraz daha çok param varsa tekel 2000 içerdim...bugün bile binlerce sigara içinden bulurum tekel 2000'in o muhteşem  aromasını...ki üretilmiyor yıllardır….



sigarada bile tarihini kaybetmek ne acı !!!
öyle farklı güzel gelirdi bana o aroma...
hakkıyla da güzeldi ama....
kimseler tütün reklamı yaptığımı düşünmesin...
olanı paylaşıyorum...
tekel 2000  tütünler içinde bambaşkaydı...



güzel olan çok şey gibi 
tekel 2000'in ömrü de  sınırlı oldu memleketimizde….!!!



yıllar sonra o mavi gri gözlü  kızla 
2 erkek evladın anne babaları olduk...


evlatlarım umur örsan da arda erhan da aslında o güzelim eylüllerin çocuklarıdır…o eylüllerde yaşanan , hakiki  sevginin çok çok yakışıklı çocuklarıdır…ikisinin de üzerine eylül güneşinin dinginliği  vurdu çünkü…



sonra sonralara rastlar, hepimizi ısıtan  eylül güneşinin yerini kara bulutlara bırakması…sonra sonradır benim hiiiç yetinmemem ve hep daha daha dahasını istemem:)))  



bugün geriye dönüp baktığımda gönül dolusu diyorum ki ;  iyi ki o eylül güneşlerinde yanyana olmuşuz  o gri mavi gözlü kızla, iyi ki onu dinleyip iki kez baba olmuşum  ve  yine iyi ki vakti zamanı geldiğinde eylül güneşini bırakıp,  kendi yollarımızda gitmişiz…



hayat;  daima ileriye dönen bir tekerlektir çünkü…





eylülü ankara’da da sevdim…
önce tül perdeyi sallayan rüzgarla girerdi içeri eylül…
ağustos’un o kibirli güneşi yavaş yavaş evine çekilirdi….
arada efelenirdi ama o kadar…
hani biten bir kavgada taraflar son bir hamle yapar ya,.,,
onun gibi komik olurdu işte eylülde  güneşin efelenmesi….



yıllar önce ankara’da sinemalar vardı…
evet sinemalar vardı…şimdi de var tabi…
AVM’lerin içindeki halleriyle  "kumalara"  benziyorlar…



gölbaşı sineması vardı…

derya sineması vardı…
kavaklıdere sineması vardı…
talip sineması vardı…
anadolu sanat merkezi vardı…



20 yılda hepsi yoklar hanesine girdi işte….
1990’ların hemen başındaki eylüllerde ne çok filmler izledik biz mavi gri gözlü kızla  karı koca olarak,  özellikle maltepedeki gölbaşı sinemasında…



çingeneler zamanı...
karartma geceleri....
sis...diye uzar gider liste....



hatırlayanlar çıkacaktır;  1990’ların başında metrosu / ankarayı falan yoktu ankaranın…şimdi varmış, öyle diyorlar…işte o inşaat zamanlarında ankaranın kalbindeki atatürk bulvarında trafik tümüyle iptal edilmişti ve bulvar kitap tezgahlarıyla dolmuştu….bambaşka güzel zamanlardı…bugün bile kızılay meydanı denince aklıma önce haftalarca kapatılan  trafik ve o kitap stantları gelir…neresi neresi derseniz; bugünün kızılay alışveriş merkezinden başlayıp taaa sıhhıye ya kadar giderdi diye cevaplarım sizleri…



çok güzeldi özellikle 1990’lardaki ankara eylülleri benim için…çocuklar doğmuştu…büyüyorlardı….alıp alıp kaçıyordum/k onları sokaklara…saatlerce yürüyor sohbet ediyor  kitap fuarlarına gidiyor yeni açılan büyük alışveriş merkezlerine uğruyorduk…bir süre sonra o büyük alışveriş merkezlerinin aslında büyük mezarlıklar olduğunu anlayıp bıraktık o yanlışı… 




artık  aylardır yıllardır gitmiyorum o yerlere…istisnalar olmadı mı, oldu elbette.... son yıllarda hep yanımda olan edalı ismin hatırı için yine de attım adımımı oralara….benim nefesim sıkışırken bir de şu markanın dükkanına giriverelim muratçım  diye büktükçe  boynunu karşımdaki   edalı ses, hayır diyemedim…ve her seferinde otoparktan çıkıp anahtarı çevirirken hemen bir sigara yaktım bu kabus da bitti diye diye...



yine de,  son yıllarda ankaranın eylülleri daha ışıklı göründü gözüme…mavi gri gözlü kızı hakkıyla küstürme pahasına,  edalı sesin yanındaysam,  eylül güneşinin ilk ışıkları daha bir gözüme gözüme girdi huzur içinde her sabah… 




yıllar gelip geçti....
sonra, bir baktık  eylül de gitti !!! 
ekim geldi…kasım geldi…



neyse ki hayatın döngü olduğunu anlayacak kadar yaşamıştım….
kapatıp açtım gözlerimi ışık hızıyla…



"o"  edalı ses ne yaptı bilmiyorum...
artık merak da etmiyorum...

belki  ucuz arsalar alıp pahalı hüzünler satıyordur !!! 
belki şarkılar seçiyordur   "kaderine   küserek..."
belki  eflatun  fotoğraflarındaki gülüşlerini biriktiriyordur...
belki de usul usul banka hesaplarını kontrol ediyordur:))




istanbuldaki eylüllerim daha az oldu….istanbulda ekim zamanlarım bir başkaydı esas…ekim zamanı gelirse keyfim  de olursa anlatırız o günleri de belki…ama yine de istanbuldaki eylüllerimi de yaşadım dolu dolu…eskiden bir geleneği vardı istanbul üniversitesinin... her yılın ekiminin ilk pazartesi gününde açılırdı….hala var mıdır bilmiyorum….bu gelenek kalmadıysa da hiç şaşırmam artık…80'lerin en sonlarındaki bir yıl, eylülün son haftasında , artık çok uzaklarda olduğu haberini aldığım o kara eşek gözlü kız çocuğuyla ne çok dolaşmıştık istanbulun sokaklarında….ne boğazı kalmıştı istanbulun yürüyerek aşmadığımız, ne tarihi yarımadası, ne istiklali , ne bayazıtı, sahafları….uzakların çocuğuydu o  ve her bir adımında tılsımlı cümleler çıkardı ağzından istanbula ve bana dair… 



oyunlar da izlemiştik onunla…harbiye muhsin ertuğrul şehir tiyatrolarının oda sahnesinde….belki 20 belki 30 kişilik bir salondu harbiye sahnesinin üst katında…toron karacaoğlu ve nedret güvenç oynuyordu…günden geceye ismini taşıyordu oyun...muhteşemdi...gündüz vakti oyundan çıktığımızda ikimiz de vurgun yemiş gibiydik o kara eşek gözlü kızla…zaten bir süredir birbirimiz üzerinden vurgun yemiştik de bir de oyun ve oyuncular alıp götürmüştü bizi….




şimdi dönüp bakıyorum da;
çok güzel eylüller geçirmişim yarım asırdır….


ilk gençlik yıllarıma dek ailemin yanında olmuşum…
sonrasında çok sevdiklerimin yanında olmuşum…
en çok sevenlerimin  yanında olmuşum…
pek sevmişim  çok sevilmişim eylül güneşinin huzurunda…
çocuklarımın büyüdüğünü görmüşüm her eylülde…
daha bir ışıklı olmuş son yıllarda eylüller,  yanımdaki sesle…



yine de her eylülle biraz daha aklaşmış saçım sakalım…
ama olgunluğun da tadına varmışım yıl yıl…



biliyorum ki bundan sonraki her eylül önceki eylüllerin toplamıdır az ya da çok...biliyorum ki her eylül biraz daha yaklaştıracak o limana beni de....ve yine de biliyorum ki; hiç de kötü bir hayat yaşamadım...nazım'ın dediği gibi; uçaklara da bindim, büyük kalabalıklara da konuştum...en iyi sofralarda da oturdum defalarca...ekmeği peyniri domatesi küçümsemeden lokmalar da çiğnedim...malda mülkte gözüm olmadı...şiirler de okudum çok sevdiklerime, yazılar da yazdım...şarkılar da paylaştım...yıllar boyunca sayıp   sevdiğim edalı seslerin peşinden de gittim....baba olmanın , koca olmanın , evlat olmanın , sevgili olmanın hazzına da  idrakine de vardım dolu dolu defalarca....



ve yine biliyorum ki; 
yaşadığım hayat hiç de fena değildir.....



ve artık  o zaman ne zamansa 

biten bir kitabın kapağını huzurla kapatır gibi
bardaktaki son yudumu  bahtiyarca içer gibi
sevgilimin dudağına usulca buse koyar gibi
evlatlarımın saçlarını sevgiyle okşar gibi
eylülde kapatmak isterim ömür perdemi…


haziranda doğmak ne büyük bahtiyarlıksa 
o hangi zamanların hangi vakitleri olursa

eylülle uğurlanmak da yakışır şu deli dalgalı gönlüme….


( murat örem / 11 eylül 2017 / ankara…) 


                            ışıl german'ı da anarak !!!

3 yorum:

  1. O mavi gri gözlü kız çocuğunu da tanırım seni de, sonra " o kız çocuğu da büyüdü incir de/ ama yüreğimin erinci nerde"

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak....?"
      selamlar birader...selamlar kelamlar....

      murat....

      Sil
  2. https://open.spotify.com/track/4Qsk6DA1YgENzKokPuOnFI
    Bu da benden sana gelsin.

    YanıtlaSil