*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

4 Eylül 2017 Pazartesi

ucuz parfümler gibi bakıyordu kadın...depozitosuz bira şişesi kılıklıydı adam...bakalım bu kez, "hiç hesapta olmayan" hesabı kim ödeyecekti....




bir bayram arefesi daha....
onca yıldır kimler kimlerle geldiğim yerdeyim yine...


bu kez yanımda bir başkası var...günışığı var...işin doğrusu haftalardır yalnızca günışığı var...dağda bayırda gecede gündüzde kuzeyde güneyde egede akdenizde hep yanımda günışığı...ben ki çocukluğumdan beri yanıma insan yaklaştırırken kırk elekten geçiren "huysuzkerehuysuz"  bir adamımdır...beğenmem kimseleri hele çok yakınımda olacaksa hiç öyle kolay beğenmem ama günışığına hiç itirazım yok  aylardır...


aç parantez ;  
bilirsiniz işte; aslında herkes herkestir de
içlerinden biri herkes olmaktan çıkıverir 
vakti zamanı gelince....gelirse...

bazen de tam tersi olur....
o , yıllar boyunca "birrr tekkk" olan  kişi
herkes bile olamaz artık 
rüzgar tersten estiğinde :)) kapa parantez



oturuyoruz bir masaya biz de yanyana günışığıyla...böyle yerlerde işin raconu şu; otururken bedenler birbirine bakmalı...bedenler birbirine bakıyorsa ve belli belirsiz temas ediyorsa hala sevgili olma ümidiniz :)  güçlü  demektir...yok, artık herkesin pusulası başka yerleri gösteren kadın ve erkekseniz aynı masada,  kuvvetle muhtemeldir ki  yıllardır evlisiniz demektir....nereden mi biliyorum....bilirim ben...biz de bu saçları değirmende ağartmadık sevgili karii...yarım asırdır da  kıyıdan kıyıdan yaşamadık :))) tam göbeğinden daldık her mevzuun içine...



bir masaya beden bedene yanyana oturmuşuz oturmasına günışığıyla ama epeyi de uzun yoldan gelmişiz...ayağımızda spor ayakkabıları...üzerimizde ince ketenler....yürümüş yürümüşüz de ankaranın taaa en yükseklerinden,  tunalının kuğulunun kalabalığına karışmışız...



yolda yürürken anlatmışım da anlatmışım yine ben...en çok anlatan yine ben:) kah dinlemiş yanımdaki günışığı, kah dinler gibi yapmış...kah yüzünü buruşturmuş ince kalın...sonra sonra soracak bu ince kalın yüz buruşturmalarının nedenini ve hesabını...daha şimdilik tırnaklar patilerin içinde....daha var zamanı....hele bir, hava  kararsın...akşam olsun...anason zamanı başlasın...


gong o zaman çalacak :)))   


yolları adım adım yürürken; bak şurada bir cerrah  vardı demişim günışığına; kadın hastalıkları konusunda uzmandı, bir vesileyle ben de tanır olmuştum yılladır yanımdaki ismin sağlık kaygıları üzerine ve onunla  birkaç kere gidip gelmenin hatırına...ve sevimli ama kibirli o cerrah  hayatının en keyifli zamanlarını yaşarken bir gün gepgenç oğlunun ölüsünü çıkardılar evinin önündeki havuzdan...o günden sonra ışıklı bakmayı unuttu gözleri...diye tamamlamışım cümlemi....


meğer hikayenin özü buymuş...meğer bıkmış benim eski zaman anılarımı döndürüp döndürüp aynı durağa, aynı isme  çıkarmamdan...iyi de ben o anıları habire taşımaktan yorulmadım mı sanıyor günışığı :))) o kızıyor, gönül koyuyor rahatlıyor...peki ben ne yapacağım...zaten hikaye biraz da orada başlamış...ince kalın yüz buruşturmalarının nedeni buymuş...sonra sonra öğreneceğim tüm bunları...daha şimdi donuk bakışlarla maça ısınma zamanları....



onca yoldan sonra oturmuşuz bir masaya..."latte"  içeceğim ben demiş günışığı....hay lattene! kontessa  fula grande :)  demişim içimden hınzır hınzır...bana değil garsona söyle demişim  mimik mimik...



bunlar olup biterken iki kadın gelmiş oturmuş tam karşımızdaki daha yeni boşalan masaya...dakikalar önce ana kız otururlarken tek kelime etmemiş anne...tek saniye susmamış şımarık ve çirkin kız çocuğu elindeki telefonun hoparlörüne....yuh demişim içimden dışımdan...bir düğmen olsaydı kesinlikle kapatır ve japon yapıştırıcısıyla yapıştırırdım bir daha açılmaman üzere, ayrıca pek de gudubetsin diye de cümleler kurmuşum ihtiyar ihtiyar, mır mır mır...



o anneyle kızı kalktığı gibi yine işte iki kadın oturmuş masaya...tam karşımıza....birinin sürüklediği puset, pusetin içinde bebek...bebeğin elinde bir çaynısss :) oyuncak...konuşmuş da konuşmuş gözleri boşluğa bakan kadın...bebeği kucaklamış bir diğeri....



sence hangisi bu bebeğin annesi demiş günışığı bana...ne fark eder....mesele bizim bunu bilmemiz değil ki...asıl mesele bebeğin annesinin sevgisini hissetmesi, buna kafa yormalı bütün insanlık gerisi hikaye demişim içimden mi dışımdan mı hatırlayamadığım...



hemen yanımızdaki masada uzatma kablolu bilgisayarıyla teknoloji ayini yapan adama kaymış gözlerim....koca bir kafa...biçimsiz sakallar....güneşte yanmış kıllı bacaklar ve ucuzlamışpahalılıktan alındığı çok belli olan ayakkabıların içinde hakikaten çok ucuz kalan bir adam....belki müsvette....adama sorsan atomu yeni parçalayıp geldim de de büyük yorgunlukla içiyorum espressomu  der mi der...öyle de kelek !!! oysa yaptığı çatallı ve itici sesini genzine alarak sağa sola talimatlar vermek...."gedddininn yaş muamamasını dulaptan cıkarup veriver.." falan diyen bir adam işte...ne çok var bu adamlardan yahu etrafta...eskiden insanlar 9 ayda doğururdu...bunları anaları kediler gibi daha mı erken doğuruyor ki:)))



kadın olsan bırak bu adamın elini tutup  aynı yatağa girmeyi, selam verirken bile bir öğürtü tutar insanın ruhunu....bu adam  gabi gabi bakarken etrafına, bir genç kız geldi tam karşısına oturdu...kaynaklı sarı saçları öyle eğreti ki...ameliyatla yeni kaldırılmış burnu,  çürümüş bir baş soğan misali...kız, "biinni niideeeen çuuuk üziyorsin ercümint ..." gibi bir şeyler geveleyince adama, ben bir şokolo mokolo yiyeceğim dedim yanımdaki günışığına mevzua şahit olmaktan karnıma ağrılar girerek...biz garsonun keyfini beklerken, ercüment:)  gerdan kırıyordu karşısındaki genç kıza...


      ucuz  parfümler gibi bakıyordu kadın....
      depozitosuz bira şişesi kılıklıydı adam...

                             
                            bunları düşünürken ben, 
                            elimi tutuyordu günışığı....

                             elimi tutarken günışığı
                      aklımı tutmaya çalışıyordum ben...




kalkalım artık....demeliydi biri....
ben demezdim genellikle,  kalkalım diye...
demeden kalkıverirdim çünkü...
yıllardır ama yıllardır böyle olmuştu....



insanları beğenmediğim gibi 
masaları da beğenmezdim... 

insanlardan sıkıldığım gibi
masalardan da sıkılırdım....


                              onca yıl ama onca yıl 
                                   tek kaşıkla yenen 
                      supanglelerden sıkılmamıştım
                                      yalnızca !!!

bak allahın şu işineydi...
hayretbişeydi :)))
ama öyleydi....



aradan ne kadar zaman geçti ...

günışığı bana baktı ben havaya...
ben günışığına baktım o havaya...

taraflar yeni bir challenge'a hazırlanıyordu :)))

oysa tüm bunlara ne gerek vardı...
oysa ercümentler bak ne kadar mutluydu !!!


oysa hepimizi bekleyen ölüm vardı....


bunları düşünürken ben içimden içimden, bir başka masada  "lattte içiilimmm mi aşkuuıım" diyordu genç kız adama...hay lattenizi bin kunduz kovalasın sizin :) desem konyakçı misali gürültülü gürültülü , mutlaka alınırdı günışığı...o da severdi latteyi....bütün bu gerekli gereksiz detayları, olan olmayan diyalogları 50 yıldır,  24 saat kendiliğinden ve kesintisiz biçimde düşünmekten yarım asır yerine sekiz asır yaşamış gibiydi aklımın içi...



50 küsur yıldır hiç ama hiç yıpranmamış gibi diri diriydi  dolgun dudakları günışığının...önceliğim onlar olmalıydı...önceliğim hayat ve hazlar olmalıydı...oysa ben hazları da yaşarken habire "faz" lara bakan ukala kibirli şımarık kimseleri beğenmeyen bir adam olup çıkmıştım...şu kavanoz dipli dünyada  ercümentler ! öyle yapmıyordu...onlar kıllı bacaklarına huduni ayakkabıları giyiyordu ne kadar komik ve acıklı olduklarını göremeyerek..  öğrenecektim...ercüment olmayı öğrenecektim....


laf aramızda , nah öğrenecektim :))


çünkü öğrendiklerim bana yetmişti...
yaşadıklarım bana yetmişti...
yetmiş iki milletin güzelleri de yetmişti...
neredeyse hepsi aynıydı...

onlar hep aynıydı ama...
biri farklıydı....

yumurta da taşa çarpsa 
taş da yumurtaya çarpsa 
hep yumurta kırılıyordu :)))


ve ben kırdığım yumurtalarla omlet yapmaktan sıkılmıştım...
biraz da portakallı ördek yapmayı denemeliydim... 


hesabı öde de gidelim dedi günışığı....
gözümün altındaki yaşanmışlık morluklarını gösterip  
                             
                            ben hesabı 
                      yıllardır ödüyorum 
                              güzelim....
desem
yeni bir maça çıkmamız an meselesiydi....


oysa maç yapmaktan ve kazanmaktan da sıkılmıştım....


"peki hayatım...hesabı ödeyeyim...biraları sonra içeriz" dediğimde gözleri parladı etraftaki bütün kuşların....


sanki hepsi kırk takla atıyordu....
sanki ankara'ya ağustosun son gününde kar yağıyordu :)


günışığı biraz uzaktaki 
"kazı kazan"cının başında durmuş
kendine gelecek seçiyordu ....

                                            
                                           bakalım 
                                        bu kez hesabı 
                                    kim ödeyecekti :)))

 ( murat örem / 04 eylül 2017 / ankara....)





6 yorum:

  1. Bloğunuza gelmişken rastgele bir yazıya tıkladığımda, diğerleri gibi akıcı ve aklı zorlayıcı bir anlatımla karşılaştım. Hakkınızda veriler vardı, dikkatle okudum, anladım. Dünyayı ve insanları değerlendirmelerinizin, düşüncelerimle bayağı benzeştiğini fark ettim. Ama siz çok dolusunuz ve sizi yorumlamak gerçekten uzun bir düşünme süreci gerektiriyor. Okumaya devam edeceğim.
    Ayrıca gelişmem için bir membağ bulduğuma inanıyorum. Kaleminiz daim olsun. Selamlarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sayın ece evren;

      nezaket dolu kıymet bilen cümlelerinize teşekkür ederim...
      sizin de okurluğunuz ve yorumlarınız daim olsun...

      selam ve iyilik dileklerimle..

      murat örem...

      Sil
  2. Böyledir ankara; az eğlendirdiğinden olsa gerek, yazdırır babam yazdırır

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sayın elif şahin ;

      ankara'yı yine de sevelim derim ben....
      polemiğe girmek istemem :))
      malum "yorum yapan okur her zaman haklıdır" :))

      selam ve iyilik dileklerimle...

      murat örem....

      Sil
    2. :)) yarası olan "ben" gocundum işte naparsınız. Yazınızı ilgiyle, beğeniyle okudum.
      Tüm güzel dilekler benden.

      Sil
    3. eksik olmayınız...varolunuz...artık sizin değerli yazılarınızın da bir daimi okuru daha var...selam ve iyilik dileklerimle...murat örem...

      Sil