Yek,
dü, se, çehar, penç, şeş...
Bu
kelimeler birden altıya kadar olan rakamların Farsçası.
Yukarıdaki
kelimelerin Farsça olduğunu bilmeyenlerin bile büyük çoğunluğu se yek, dubara, çeharı
se... ikilemelerini duyduğunda
tavladan bahsedildiğini anlar.
Tavla
internet üzerinden de oynanabilir ama pulları şak şak tablaya vurmanın tadını
vermez...Ayrıca bilgisayar ekranından kaybeden rakibin kızaran yüzünü görüp
keyiflenmek de mümkün değildir...
Tavla,
rivayete göre 7. yüzyılda Pers İmparatorunun veziri tarafından oyunlaştırılır.
Tavlanın etkileyici bir hikayesi ve derin anlamları vardır...
Tavlada
pulların üzerine dizildiği
karşılıklı
6’şar hane yılın 12 ayını,
açık
ve koyu renk olan 15’er pul gündüz
ve geceyi,
tablanın
iki tarafındaki toplam 24 hane, günün saatlerini
ve
tek olan tabla da 1 yılı temsil eder...
Tavlada
kazanmak , zarın şansına oynayanların
“bileğine” bağlı olsa da hatta büyük çoğunluk satrançla kıyaslayıp
küçümsese de, tavlada
da strateji ve binlerce farklı hamle
ihtimali vardır...
Çoğunlukla
aile büyüklerinden veya arkadaşlardan
öğrenilir tavla...
Önce
basit hamleler sonra da detaylar detaylar detaylar ağır basar...
Gelen
/ atılan zarla oynanan tavlada pulları
ilerletirken tablaya seslice vurmak ,
rakibi kızdırmak da adettendir...
Fakat
zar
tutmak yapılacak en ağır kural ihlalidir...
“Zar
tutma” diyenlere verilen cevap da hep aynı zeka
pırıltısı (!) taşır ;
‘yahu
zarları tutmadan nasıl atayım...?”
Bugün
dünyanın birçok ülkesinde bir spor dalı olarak kabul gören tavla ülkemizde bu noktada değil hala...
Oysa
tavla da bir çok oyun ve spor dalı gibi tam da
hayatın kendisidir...
Talihin
, şansın, istatistik biliminin etkisi inkar edilemez ama asıl iş gelen
zardan sonra başlar tavlada… Çünkü şansın yanında hesaplama ve bir adım
sonrasındaki ihtimalleri de göz önünde bulundurma vazgeçilmez unsurlarıdır tavlanın tıpkı hayat gibi....
Tavlanın satrançla bitmeyen rekabetini ve ortaya çıkışını anlatan hikaye
de şöyledir rivayete göre ...
Hint İmparatoru, müthiş bir zeka ürünü olan satranç oyununu Pers imparatoruna bir mektup yazarak
gönderir...
- Bilenler bilir ki ,
satrancı bulan isim Hint imparatorunu o kadar memnun etmiştir ki dile benden ne
dilersen cümlesiyle karşılanmış beklentim yok cevabı kabul edilmemiş ve en
sonunda da şu basit dilekte bulunmuştur ;
“hükümdarım , satranç
tahtasında 64 kare var...yalnızca şunu istiyorum; ilk kareye bir pirinç tanesi
koyalım sonraki her kareye de bir önceki kareye konan pirinç tanelerinin iki
katını 1-2-4-8-16-32-64....gibi
yerleştirelim...”
İmparator bu isteğe
anlam veremese de kabul etmiş ve hemen yanındakilere getirin bir çanak pirinç
demiştir...Fakat kareler ilerledikçe görülmüştür ki tüm hindistan’ın pirinç
stokları bile kareleri doldurmaya yetmemektedir...-
İşte hint hükümdarına büyük bir
özgüvenle
kim daha çok düşünüyor
,
kim daha iyi biliyor,
kim daha ileriyi
görüyorsa
o kazanır...
işte hayat budur...
cümlelerini yazdıran da bu zekadır...
Pers İmparatoru vezirini çağırır ve ondan hem
gönderilen oyunun mantığını çözmesini hem de bambaşka bir oyun daha
hazırlamasını ister....
Vezir zamanla satranç oyununun mantığını çözer ve
ardından da tavlayı kurgular...Her şey hazır olduğunda Pers İmparatoru da tavla oyunuyla gönderilmek üzere şu unutulmaz
cümleleri iletir Hint İmparoturuna;
evet,
dediğin gibi
kim daha çok düşünüyor,
kim daha iyi biliyor,
kim daha ileriyi görüyorsa
o kazanır.
ama şans da vardır...
İşte hayat tam da
budur...
Yazının
sonunda ;
Hint
imparatorunun söylediklerine bir ek de biz yapalım;
büyük
zar ,
iyi zar
her zaman işe yaramaz;
tavlada
da hayatta da, işte de, aşkta da…..
iyi
oyuncu olmak ,
kalıcı
emekler vermek
büyük
zarlar atmaktan
çok daha kıymetlidir çünkü...
( murat örem / 10 ağustos 2014 / ankara...)
Yine yine çok güzel. ✔️👏👏👏
YanıtlaSilo güzellik
YanıtlaSilsenin insanlığının kalibresinde dostum....
sevgi selam...
murat....