Bırakalım
teknolojinin diğer unsurlarını son 15 yılda sırf cep telefonlarının
yaygınlaşması bile bütün ilişkileri derinden hatta kökünden etkiledi...
1990’ların
ikinci yarısına kadar
gençler ve üniversite öğrencileri için
hayat başka akardı...Bir arkadaşınızı ya da arkadaşlarınızı görmek
isterseniz genellikle ya okul kantinine
uğrar kantin devam fişinizi imzalamış olur (!) ve tanıdık birilerine rastlardınız...
Eğer
okulda kantinde bahçede kimseler yoksa, bilirdiniz ki arkadaşlarınız sizin de müdavimi
olduğunuz bir kahvede king satranç ya da
tavla oynamaya veya sohbet etmeye gitmiştir...
Bazı
arkadaşlarınız da öğrencilerin eli ayağı olan
fotokopicilerde ders notları
için sırasını beklerken muhabbete, yeni aşklara dalmıştır..
Geçmişte
her şehirdeki üniversitelerin böyle toplanma yerleri vardı...
Elbette
bugün de var...
Ancak
geçmişte yerlerin anlamı çok daha fazlaydı
çünkü
insanların birbirlerinden haber aldıkları,
buluştukları yerlerdi buraları....
Hatta
bu mekanların telefonlu olanları daha çok tercih edilirdi çünkü en azından size
ulaşma hiç olmazsa haber bırakma şansı vardı ailenizin , arkadaşlarınızın...Telefonun
yanındaki kumbaraya metal jeton atarak siz de arayabilirdiniz bir yerleri....
Bunların
hepsi 1000 yıl öncede kaldı....
Bir
de mesela eski Türk filmlerinin bazı sahnelerinde hala rastlarız ; cep
telefonlarının hayalinin bile kurulmadığı , çok az evde ilaç niyetine (!) telefonun olduğu 1970 hatta 80’lerde telsiz
telefonlar da olmadığı için gözde mekanlarda hatırlı müşterilerin masasına
getirilirdi kocaman bir telefon...Bir
komi ya da garson elindeki kallavi telefon cihazını masadaki telefon
hattı prizine takar ve konuşmayı sağlardı...
Böyle
yerlerde
bu
şekilde aranıp sorulmak da
ciddi
bir statü göstergesiydi...
Bu
tür yerlerde kendini aratarak, adını
sürekli anons ettirerek çok mühim insan imajıyla zengin ve ünlü
olanların hikayeleri bugün bile anlatılır...
İnsan
aklı bu , çıkarı için düşünmeyeceği hinlik yok işte...
Böyle
akçalı,
fiyakalı , imaj makerlı işler
değildi ama 1980’lerin ikinci yarısında kaldığı Feriköy Öğrenci Yurdu’nda, bu fakirin ismi de günde onlarca kez anons
edilirdi; “murat
örem falanca hatta telefonun var...” diye...
Anonsu
duyduğumda koşarak merdiven boşluklarına gider ahizeyi kaldırırdım...Bazen uzun
bir sessizlik olurdu karşıda...O zaman bilirdim ki hat düşmüş gitmiş...Ne çok
bekledim o yıllarda sarı damarlının telefonlarını....Ne çok jeton yutturdum
turuncu ankesörlü telefonlara....
Ne
çok konuştuk , ne çok sustuk...ne çok didiştik....
Yine
90’ların ortalarına kadar haberleşmenin ve bir yerde buluşmanın neredeyse tek yolu şu gün şu saatte şuranın önünde... diye
sözleşmekti...Öyle, kalabalık içinde hemen cep telefonuna sarılarak ‘neredesin’
diye soramazdınız...Bazen buluşacağınız kişi ya da kişiler onlarca dakika gecikirdi ama bilirdiniz ki ölmedilerse
mutlaka gelecekler...
ve
beklerdiniz...beklerdiniz...beklerdiniz...
beklettiğiniz
de olurdu elbette...
Bu
buluşmalardan , beklemelerden bile ne sevdalar doğmuştur ve ne sevgiler de
hazan yaprağı gibi savrulup gitmiştir...
Şehirlerin
güzeli İstanbul için söylersek Beyazıt’taki tarihi çınaraltı, sahaflar
çarşısı, Süleymaniye Camii’nin etrafı ve İstanbul Üniversitesi’nin
civarındaki onlarca yer revaçtaydı buluşmak için....Anadolu yakasındaysa, Kadıköy‘de ayaküstü çay içilen yerler, eski kitap kaset
plak alınıp satılan pasajlar, Moda’daki çay bahçeleri mesela..
Ancak
, İstanbul deyince en bilinen yer Taksim’di elbette...
Uzun
yıllar boyunca Taksim’deki PTT binası sözleşilip buluşulan yer oldu adına
şarkılar bile yazıldı PTT’nin
önünde Taksim’de diye....
Başkentin
, Ankara’nın havasını soluyanlar için en bilinen adres tabi ki Kızılay
Meydanı’ndaki gökdelenin, şimdi adı bile unutulan GİMA’nın önüydü yıllar boyunca buluşma yeri...Gima’nın
kapısında buluştu öğrenciler, sevgililer
yıllar yılı Ankara’da...
İzmir’de
de , Bursa da da böyle yerler vardı elbette...
Saat
Kulesi gibi, Heykel Meydanı gibi...
Bu
yerler, mekanlar, meydanlar yine var ..
İnsanlar
yine buralarda sözleşip buluşuyorlar ancak merakla bekleyerek değil...Aramak
aranmak bulmak bir telefonun ucunda artık...
Bir
de bütün şehirleri saran AVM’ler var...Alışveriş Merkezleri...Buralar da yeni
çağın toplanma mekanları , tüketim
ayini (!) yerleri oldu gün gün...
Çağ
değişirken, dünya değişirken, ülke değişirken, teknoloji ışık hızıyla
ilerlerken insanların, ilişkilerin yerinde kalması hiç değişmemesi mümkün mü?
İlişkiler
de, insanlar da, sevgiler de, aile bağları da değişiyor...
Bu
değişim iyiye doğru giderken farklı yönlerde de olabiliyor...
Bir
çok şeye ulaşmak gittikçe kolaylaşırken hayatımızdaki küçük mutluluk vesileleri
de geri dönülmeyecek biçimde gidiyorlar
ama...
Yaşınız
40’lar ve üstündeyse şu soruya cevap verin ;
Büyük
bir sıkıntı içindeyken, özlem ya da
parasızlık çekerken, yaşadığınız şehrin
herhangi bir yerinde , akşam
karanlığında , hiç umulmayacak biçimde karşınıza çıkıveren bir dostun yaşattığı
sevincin ve güven duygusunun önüne geçebilen
daha anlamlı bir duygu yaşadınız mı siz hayatınız boyunca ?
İnsanı
yine de insan anlar en çok çünkü...
Makineler
şunlar bunlar değil...
8
çekirdekli telefonlarınız,
akıllı
evleriniz,
sensörlü
arabalarınız,
bifocal
camlarınız,
tri-di
tvleriniz....
var
...
var
da...
insanlar
nerede...
insan
nerede...
“bu
da geçer yahu...sıkma canını...”
diyen
dedeleriniz nineleriniz nerede....
( murat örem / 02 temmuz 2014 /
ankara..)
fotoğraf / oğul arda erhan örem - baba murat örem / ankara / 2004
Hayatımızdaki bir çok şey gibi, romantizmi de kaybediyoruz.yavaş yavaş. Sokaklarda saatlerce sevdiğini beklemek, sevdiklerini merak edip, arayıp sormak, haber bırakmak... hepsi tarih oldu. Daha birçok güzel şeyler gibi.
YanıtlaSil