"nar
kentinde bir incir buldum.
narı
da inciri de, övmek isterim.
anam,
her kışın en karanlık noktasında, eve
girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye.
evin beti bereketi niyetine...
ardından
hızla süpürüp silerdi ortalığı.
bir
iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum
olurdu ayağımın altında.
ne
kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi.
topladıktan
sonra söylerdim anneme, sevinsin diye."
bilge karasu / narla incire
gazel
********
şu
blogda kasım 2012’den bu yana 300’e yakın yazı yazmışız...
onbinlerce kelimeyi , binlerce cümleyi
, yüzlerce paragrafı gazeteci tabiriyle söylersek bilmekaçyüzbinlik vuruşa
sığdırmışız...
bu coğrafyada yazı yazmak
“kutuplarda
buzdolabı veya bikini ticareti” yapmak
gibi bir şey olsa da....
inandığımız
bu olduğu için
yazmışız
yazmışız yazmışız...
kah okumaya vaktim yok misaliyle karşılanan cümlelerimize sessizlik suikasti
yapılmış, kah uzaklardan yüzünü bile görmediğimiz onlarca dostumuz olmuş yine
bu yazıların aracılığıyla...
tam tamına 52 ayrı ülkeden , türkçenin
yaşadığı coğrafyalar ve insanlarımızdan yüzlerce
binlerce okurumuz olmuş...
bütün
bunları yapmışız yapmışız da
bir
kez bile bilge karasu dememişiz bunca
yazının başında...
bu
ayıp da bizim olsun.....
aşağıdaki
kısa yazıyı da ölümünün 19. yıldönümünde bilge karasu okurları adına kurduğumuz
vefa cümleleri olarak okuyun....
**********
1995
yılının temmuzunda öldüğünde 65 yaşındaydı bilge karasu...
ömrünün
bir döneminde TRT Ankara Radyosu’na da emekler veren Bilge Karasu kelimelerini
büyük bir özenle seçmiştir yazarken de konuşurken de...
Karasu
soyadı ve özellikle Emanuel Karasu , Osmanlı İmparotorluğu, 31 Mart Vakası , 2.
Abdülhamit dahil siyaset hayatımızda bir
çok tarihsel olayı çağrıştırır.. Bilge
Karasu, yaşarken defalarca Emanuel Karasu’nun evladı olmadığını belirtmesine
rağmen bu konuyla ilgili
söylentiler de hala güncelliğini
korur...
Bilge
Karasu bütün yazdıklarında
insanlık
durumları içinden daima insana bakar
keskin
yorumlar yapmadan.
Son
yıllarda daha da öne çıkan ve post-modern anlatının temeli olan, “hikaye
üzerine hikaye veya hikaye içinde hikaye anlatma ” metodunu kimseler
bilip anlamazken daha 1950’lerde uygulamıştır Bilge Karasu.
Karasu’yla
ilgili bir başka bilgiye göre de, daha 20’li yaşlarından itibaren 8 dil
bildiği ve en az 3 dilde Türkçe kadar usta
olduğu, ölümüne yakın da Japonca öğrenmeye başladığıdır...
Bilge
Karasu ; meramını ifade edebilmek için, duru, yalın bir dile yaslanmıştır ama olay
ve kişilerin düz bir sırayla anlatıldığı yazılara alışkın klasik
okur için, okunması, anlaşılması hatta sevilmesi çok zor bir yazardır...
Aynı
zamanda dinler tarihi ve mantık bilimi uzmanı olan Bilge Karasu Hacettepe
Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne hoca olarak girmiş ve burada da ölümüne kadar emek vermiştir bütün yok
saymalara inat...
Bilge
Karasu, hastalığının son döneminde,
yarım kalan dosyalarını Füsun
Akatlı’ya teslim eder...Nereden bilecektir ki, bir süre sonra Füsun Akatlı’nın da kendisi
gibi erken denecek yaşlarda bu dünyadaki konukluğunun sona ereceğini...
şu
aşağıdaki zehir gibi, ağu gibi, ilaç gibi şiir gibi.... tılsımlı
cümleler de ismiyle müsemma o güzel kaleme , bilge kaleme... bilge karasu’ya aittir...
“ baygındım
ölüydüm
yüzüyordum
mor bir suda
gözüm
kapalıydı, konuşmuyordum
oyun bitmez ki diyordum ...
vezire
çıkıyordu
vezirleri
benimdi
yeşillerin almıştım
alıyordum
artık
karşı karşıya gelmiştik....
oyun
bitmez ki,
bitmez
ki,
bitmez
ki....”
(
murat örem / 10 temmuz 201 4 / ankara...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder