dostluk dolu gecenin ardından,
üç saatlik uykuyla yollara düşüp
öğle güneşi balkondan içeri girmeden
kendini eve atıp, anahtarı çeviriyorsun ki
antrede duran kahverengi botlar yok...
fotoğraflara bakıyorsun
küçücüklükten bu yana
yanında kendini hep çok mutlu hissettiğin
ÖREM BEBE'nin sahibi selahi örem deden,
bin yıldır "attaya" gitmiş...
30 yıldır her eve taşıdığın
siyah camlı dolabın kapağını açıyorsun
taaa üniversite yıllarından bir mektup,
orada duruyor boynu bükük;
sayfa sayfa yazan zeytuninin
el yazısı hala dururken, kendi çoktaaan gitmiş ,
leylak zamanındaki sefil beyin kanamasıyla ...
telefon rehberinde geziyor parmakların
0 5yüz diye giden numarayı 10 yıldır aramamışsın
silmeye de asla gitmemiş elin, ölümün soğuk yüzüne inat...
ve fakat hiç olmayacak anlarda
kara kuyu gibi içine çekiyor seni sıfır beş yüz....
evin içinde yelken yepelek dolanıyorsun
bir kurşun kalem ilişiyor gözüne masada
arkasına takılmış plastik kapağıyla ucu çoktan körelmiş;
sağda solda kalmış pembe loto kağıtlarının
üzerine basıp geçerken, dizlerinde infilaklar...
buzdolabının raflarına saklanmış
yeşil biberler brokoliler kefirler ton balıkları...
kırmızı çaydanlık tertemiz dururken
saksılar devrilmiş balkonda rüzgardan....
çekmecelerin içinden çıkıyor
erhan dayınla taaa 1989'da
eskişehir'de açtığınız resim sergisinin fotoğrafları
hüzün hüzün bakıyor fotoğrafta
hem erhan dayının kasketi
hem de 21 yaşındaki simsiyah saçlı genç adam...
aynanın önünde bir düğme, kenarı çentilmiş...
öyle duruyor sanki bin yıldır...
kitapların arasında yamyassı olmuş kağıt misali
1987 balıkesir şubat yazıyor üzerinde
jelatini bile duran pembe beyaz maltepe paketinin....
balkona kuşlar konuyor
dışarda deli bir rüzgar
evin içi sıcacık...
peki, neden ters dönmüş duvardaki tablolar...
ayların en zalimi nisan'a hazırlanıyor
soğuk mu soğuk mart güneşi...
mutfaktaki ocağın üstü tertemiz
tek bir çorba lekesi yok sağda solda...
ama kırmızı narlar, eksilmiş salonda...
dolaplara çekmecelere bir ferahlık gelmişken
neden daralmış kocaman evin duvarları....
maillerin arasında öylece kalmış
taskinorem@yahoo.com adresi...
erzak dolabının içinde duruyor
fasulyeler nohutlar mercimekler
ve kenardaki başka kavanozların kapaklarında
güzelim taşkın hoca el yazısıyla
yıllar önce düşülen notlar
"pudra şekeri / tuz / mahlep / nişasta "
artık kim açacak telefonlarımı, o tok baba sesiyle
"efendim yavrummm...." diye ...
ve kim gözlerini kopça kopça açıp
parmağını sallarken, haklı sitemler edecek tiz sesiyle
"serrrseriii....ne çok şımartıyorlar seni...
benim varlığım yetmiyor mu...büyü artık..." diye...
acılarla, savaşmak ne kolay...
anılarla yaşamak ne zor....!!!
( murat örem / 30 mart 2019 / ankara....)
la casa della mamma tulipano
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder