-
gitar çalan oğlunu huşu içinde :) dinleyen baba / ağustos 2017
soruyorlar bazen; kelimelerin hakkını nasıl bu kadar güçlü veriyorsun murat her yazında, her cümlende diye...? şaşkın bir yüz ifadesiyle boş boş bakıyorum ben de ve şöyle diyorum genellikle;
"böyle bir şey yok ki...hayatın hakkını vermek var...hayatın hakkını verirkenkelimelerin de hakkını verirsin,okumanın yazmanın söyleşmenin de,sevmenin, kızmanın, ayrılmanın da hakkını verirsin...mesele onun bunun hakkını vermekte değil...mesele hayatın hakkını vermekte..."
yazının tam burasında şimdi sizinle bir alıntıyı paylaşalım;bu kötü insanların bu estetikten uzak ve basit insanların hangi iklimde büyüdüklerine de kafa yoralım ama...çünkü iyilik ve doğruluk gibi, kötülük de bulaşıcıdır...iyilik ve doğruluk aritmetik artar ama kötülükler dünyanın her yerinde daha da büyük sıçramalarla geometrik hızlarla artar... altında kalır perperişan olursunuz !!! - ama ruhu karanlıklardan birisi çıkıp site meydanına küfürler ederek bağırdı bu gençlere. içeriye girmelerini kimsenin onları dinlemek zorunda olmadığını söylüyordu. halbuki henüz daha akşam 9'du. annem balkondan aşağıya bu adama neden küfür ettiğini sorarak tersledi. "senin bağırışın, küfürlerin bizi daha fazla rahatsız ediyor pis adam" diye bağırdı aşağıya.fakat bir kere dağılmış, bozulmuştu o büyü. gençler içeriye kaçtı hiç ses etmediler. hiç cevap vermediler o adamın sözlerine. sadece gitarlarını alıp, balkonun ışığını söndürüp içeriye geçtiler. annem, ben, babam ve o zaman misafir olarak gelmiş halam çok üzüldük. (...) o abiler daha fazla kalmadılar sitede. birkaç ay sonra taşındılar. o küfürleri eden pis cahil kasabalı ise birkaç yıl sonra site meydanında iğrenç klavye, elektro bağlama ve darbukalı bir iç anadolulu düğünü yaptı ...( muchacho mkg / ekşi sözlük )
alıntı burada bitiyor...şimdi en başa dönelim...insan niye yaşar...insan neyle yaşar....
türküler yoksa...paylaşmak yoksa...duygular yoksa...notalar yoksa...tablolar şiirler yoksa...sevmek özlemek yoksa...kızmak, gönül koymak yoksa...insani güzellikleri çoğaltmak
aşık olmak , sevdalanmak yoksa...
insan niye yaşar....insan neyle yaşar...
yalnızca arsa alıp satmak için miotomobillere binmek için mikülliyatlı miras bırakmak için miher şeyin fiyatını bilipkıymetini bilmemek için mi...
yaşar insan...!!!
merak edenler için söyleyelim hadi...aslında armut piş ağzıma düş bu sitenin tarzı değil...murat örem'in tarzı hiç değil...
yukarıdaki alıntıda bahsedilen isim tam aşağıda...işte yıllar önce bir sitede sesiyle insanlara müzik ziyafeti çekip , bir başka kültür sanat estetik düşkünü sakinin ! hışmını çeken isim şuymuş...haluk tolga ilhan...dinleyin kararınızı siz verin....
bir toplumda güzele estetiğe kültüre dair bırakın gönülden sahiplenmeyi, sistemli bir saldırı varsa orada herkesin dönüp kendine bakması gerekir...
çünkü bu gidişkimseleri selamete çıkarmaz...!
sanatsız kültürsüz estetiksiz kalan bir toplumperişan olur, perperişan olur lime lime olur...hiçbir ama hiçbir güçle de bir daha toparlayamazsınız....
benden hatırlatması...döne döne bıkıp usanmadan hatırlatması...!!!( murat örem / 24 eylül 2017 / ankara )
*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?
24 Eylül 2017 Pazar
sanatsız kültürsüz estetiksiz kalan bir toplum perişan olur, perperişan olur, lime lime olur... hiçbir ama hiçbir güçle de bir daha toparlayamazsınız !!!
22 Eylül 2017 Cuma
550. yazı...!!! karda yağmurda çamurda !!! aşkta acıda kavgada !!! ölümde kalımda hayatta !!! yazmak !!!
cide / temmuz 2015 / foto / arda erhan örem
( 550. yazı....)
garip bir eylül yaşattı bize tabiat ana...
temmuz ağustos sıcağı kıskandı,
eylülün öfkeli güneşini...
vardır bir hikmeti bu işin de diyeceğiz artık...
vardır bunun da bir hikmeti....
o kadar sıcak oldu ki eylül
ankaranın en yüksek semtinde bile
balkonun kapısına uzanırken
bir fırının önünden geçer gibi hissettim günlerce...
artık bundan sonra yağmur varmış diyorlar...
artık sonbahar olacakmış gerçekten diyorlar...
bekleriz yağmuru da ...
bekleriz...
neleri beklemedik ki...
gidenleri mi....
gelenleri mi...
gidemeyenleri mi...
gelemeyenleri mi...
anlatanları mı...
konuşamayanları mı...
ışıklı bir yaz akşamında
uzaklardan geçen gemilerin yolcularını mı...
yaşayanları mı...
ölenleri mi...
yaşarken ölmüşleri mi....
kimleri beklemedik ki...
bekleriz....
yağmuru da bekleriz....
türkçenin en selis kalemlerinden
ahmet hamdi tanpınar'ı okuya okuya
o günleri de bekleriz....
Her Şey Yerli Yerinde
Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi
Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.
Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.
Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.
Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.
Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi
Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.
Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.
Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.
Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.
ahmet hamdi tanpınar
( murat örem / 22 eylül 2017 / ankara...)
suavi karaibrahimgil/yağmur
17 Eylül 2017 Pazar
şar'Z' soketi bozulmuş telefonumla bakıyoruz birbirimize karşılıklı.hani bir bitmiş sevdada "kamil ben seni seviyorum" der leyla ama ikisi de bilir artık sevilmediklerini...öyle bir his işte:)
fotoğraf / nur dilek / melbourne / 2017
gece vakti düştü elimden 0 533 361 .. .. küt diye...
gece vakti dediysem sabahın 4'ü filan !
benim için gece vakti işte, yıllardır....
bir fincan kahve iki dal cigara içecek vakit bile var daha !!!
ulen murat örem, hay senin eline deyip aldım yerden telefonu...
hemen taktım gözlüksüz halimle şarZına...
o melankolik klink sesi bir türlü çıkmaz oldu ama...
bir saniye iki saniye üç saniye....bekledim...
kabullenmek istemedim acı gerçeği...
anladım uzun süredir habire naz yapan
şarZ cihazı beğenmeyen nazlı telefonum
çabalama kaptan ben gidemem diyor...
bir türlü bir türlü şarZ olmuyor...
hemen seslendim evdeki teknoloji bakanı:) arda'ya...
bu saatte hayırdır hacı abi:) diye girdi odaya arda...
dedim böyle böyle...suyundan da koy !
çok bile çekti senin kahrını baba, garibim dedi arda...
at gitsin, al HEMEN yenisini demeyi de ihmal etmedi...
evladım biz paket iplerini, rafyaları biriktiren
çatlak yemek tabaklarını bile atamayıp
saksı altı yapan kuşakların çocuklarıyız...
konuşma böyle dedim dangır dangur...
hasta kurtulur mu onu söyle bana....!
allahümse sabirin çeke çeke denedi bir iki arda...
kabloya söylendi ekrana vurdu bir iki ama...
anladım ki hasta iyi halli bir komada...
gerekli oksijen takviyesi yapılmazsa
kan naklinde bulunulmazsa sonuç belli...
ekrandaki pil durumuna baktım yüzde 32...
eh yarın öğleye kadar idare eder
sonra da bakarız çaresine dedim mogur mogur...
-gerçi yarın artık bugün:)saat sabahın 4.30'u olmuş-
yattım...uyudum herhalde, bir süre sonra...
inadına çaldı sabah da telefon cayır cayır...
hele bir de kartalın efsane marşına ayarlamışım ki zil sesini
"sen benim damardaki kanım
alnımdaki yazım
şanlı BEŞİKTAŞIM..."
diye diye gümbürdüyor bizim tekaüt ...
bu güzelim BEŞİKTAŞ marşını
nerede dinlesem içim gidiyor da
bu sefer hakikaten içim gidiyor her gümbürtüde ...
biliyorum ki her telefon çalışı
pil yüzdesini 3-5 puan daha aşağı çekiyor...
arayanlara kısa mesajlar attım böyle böyle diye...
bir taraftan da düşünüyorum kara kara
işler sarpa sarar da yeni telefon almak gündeme gelirse diye
whatsappı burada twitterı yahoosu işcepi ınstagramı...
bir de 6 aydır başıma facebooku sarmışım:)
hepsinin şifrelerini bul yeniden yükle şu bu...
altından kalkacağım iş değil...
ben ki 30 yıl önce ilk sigaralarını
muhtar çakmağıyla tekel kibritleriyle yakmış adamım....
öylesine eskimiş bir adamım yani...
bu işleri yapmak yerine
yüz sayfa yazıyı bir günde yaz desinler
vallahi gözü kapalı kabul eder
bir de üzerine keyif sigarası yakarım
yırttım dünyanın en kahırlı işinden diye...
öyle mesafeliyim anlayacağız bu işlere....
teknolojiyle aramda
deli bir aşk var, var olmasına da
asla aşık olmadığı kadını kırmamak için
gözlerini kapatıp dudağının ucuyla öpen
sonra da dudaklarını kurulayan
italyan sineması zamparaları misali
köprüyü geçene kadar:)
benim de teknoloji aşkım işte....
yanımda kim olursa olsun
saat kaç olursa olursa olsun
hangi keyfin ardından yaşanırsa yaşansın
sokakta yatakta sofrada kırmızı ışıkta
evet seviyorum, çok seviyorum ;
telefonumdan gece gündüz haber okumayı...
blog istatistiklerime saat saat bakmayı...
maillerimi hemen okuyup cevaplamayı....
çektiğim fotoğrafları tasniflemeyi....
facebook selamlarını karşılıksız bırakmamayı...
sbf 89 grubundaki yazışmaları okuyup
oralarda da iki satır karalamayı...
seviyorum...çok seviyorum....
itiraf edeyim , çok çok seviyorum..
ama istisnalar dışında
telefonu asıl işleviyle kullanmaktan
birileriyle konuşmaktan
hakkıyla tövbe istiğfar ediyorum !!!
o ekrandan haber yazı okumak için
hiç farketmiyor nerede olduğum kiminle olduğum...
kimse kusura bakmasın, ben aynı anda
telefonla konuşurken düdüklünün altını kısabilen
bunun yanında ev halkına tatlı talimatlar verirken
pencereleri kapatın yağmur gelecek diyebilen
bütün bunları yaparken de havuz problemlerini çözen
tılsımlı bir ikizler burcu erkeğiyim...
evet, bütün ikizler burcu erkekleri gibi de biraz narsistim...
eskiler buna a harfi yerine e harfi koyarak
"ukEla" derler bilirsiniz...
yeniler de megaloman diyor :)
neyse efendim konuya dönersek...
çıktım evden yüzde 2 pil gücüyle...
anladım ki tepetaklak düşen telefon beni
erasmusa giden sevgilisini üç günde unutan
netamali bir ilişkinin son anlarında yeni aşklar arayan
güzel kadınlar yakışıklı genç erkekler misali
daha kızılay dolmuşuna binmeden terk edecek...
hazırlıklıyım artık acı gerçeği kabullenmeye...
şehrin kalbinde otopark arama derdine düşmemek için
italyan aygırını da otoparkta bırakmışım...
bindim dolmuşa ....
inenler binenler....
güzel kadınlar genç kızlar...
yorgun erkekler bezgin adamlar...
baktım ki kadınlar her şeye rağmen hayatla daha barışık...
saçlar röfleli, boyalı, yüzler gözler rimelli...
biz erkeklerin böyle bir tarafı var...kabul edelim...
kadınların yanında daha pejmurdeyiz...
daha özensiz daha bakımsız daha kolay vazgeçmiş hallerdeyiz...
ter kokusuna falan hiç girmiyorum...
hasılı kelam gidiyoruz tıngır mıngır....
müsait yerde iniyor biniyor ahali...
yıllar olmuş dolmuşlara böyle binmeyeli....
güzel de bir tarafı bu işlerin kırmızı ışıklara falan bakmadan...
gidiyorsun gidiyorsun telefonunu çıkarıp haber okuyorsun...
dolmuşlara binmiyorum ama otobüslere binmişliğim var...
idmanlıyım yani cep telefonumdan haber okumalara yolda da....
attım elimi telefonuma 15 dakika en az 2 makale okumadır diye...
fakat kapkara bir pencere bakıyor bana...
ben de o ekrana bakıyorum alık alık...
murat örem sen zaten telefonunun tamiri için dolmuştasın..
nasıl okuyacaksın haber maber makale şu bu...
diye söylenirken buldum kendimi....
sevgilisinin başka birine yazdığı
netamali whatsapp mesajına denk gelmiş de
ekşi üzüm kılıklı ifadeyle hesap sorar gibi baktım ekrana...
yarım saat içinde yapamazsa usta seni
bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
elimde yeni bir telefon...
aklımdan bunlar geçerken saniyelik anda yanıp söndü ekran...
sonra yine aynı karanlık...
hani bir bitmiş sevdada
kamil ben seni seviyorum der de leyla
ikisi de bilirler artık sevilmediklerini...
öyle bir his işte...
sonra indim kızılayda...
karıştım insan kalabalığına ...
gözüm vitrinlerde yeni telefonlarda...
aklımda arda'nın cümleleri....
"baba git al en fiyakalısından...
sen bu teknolojinin hakkını veren adamsın :)"
ama aynı aklımda başka cümleler de var...
başka sitemler de var yüzlerce kere duyduğum...
yıllar içinde en yakınımda olan
ayrı ayrı her hatun kişinin ettiği cümleler var aklımda...
bıktım artık senin bu telefon aşkından
insan markette kelle peyniri alırken bile ekrana mı bakar...
sabah yüzünü yıkamadan okuduğu haberlere mi cıklar
vallahi billlahi çekip gideceğim...şakası yok...
cümleleri de dolaşıyor zihnimde...
titreye titreye girdim bir pasajın içine....
dedim bu arkadaşın şarZ yeri şey oldu da...
ben de biraz teknoloji bağımlısıymışım da...
bu telefonu şimdi yaptınız yaptınız
yoksa hemen arıyorum seul'deki yeğenimi
durduracak memleketimize telefon ihracını :)
tamam amca dedi gençten biri yaparız hemen...
bir de bıyık altından gülümsedi...
alınmadım tabi üzerime....ben kim amca kim....
insan ellili yaşlarda ne zamandan beri amca olmuş ki :)
neydi amca senin telefonun modeli
diye devam edince anladım ki cümleler bana....
içimden şu cümleleri kurarken buldum kendimi
murat örem, çeyrek asırlık yaşa giden iki evladın var...
senden tabi ki amca olacak (da...)
senden niye teknoloji bağımlısı bir amca oldu...
sen de herkes gibi mesaiden çıkar çıkmaz evine gidip
karısının çayını içerken hanım kurabiye de var mı diye soran
televizyondaki haberleri izlerken spikerle konuşan
"helaline sadık" bir amca olmadın...
oldun da bizim mi haberimiz olmadı :))
baktım bunlar derin sorular....
dalsan çıkamazsın...
çıksan hiç kimseyi inandıramazsın...
dedim yaradılanı hoş gör....yaradandan ötürü...
dedim; senin de yazını böyle yazmış yaradan...
bunlar geçerken aklımdan,
yerin iki kat altındaki pasaja
bir yerlerden ışıl ışıl bir günışığı girdi...
dedim vallahi billahi yalnızca haber okuyordum....
pat diye düştü elimden 0 533 361.. .....
vallahi billahi öyle, inan bana günışığı....
biliyorum dedi gaipteki ses kulağıma
ve ekledi günışığı ;
sana artık inanıyorum...
çok inandığımı biliyorsun...
sevildiğimi de biliyorum...
amca senin telefon 100 liraya olacak...
1 saat sürmez eskisinden daha iyi yaparız....
dedi sakallı bir ses pat diye...
amcan yalnızca günışığını dinliyor şimdi...
delikanlı elindeki telefonu sessizce bırak
ve arkana bile bakmadan hızlıca çık git...
desem duyar mıydı beni günışığı ...
duyardı...
ben nasıl onu gördüysem
o da beni duyardı...
peki delikanlı ...dedim...
yine eskisi gibi haber de okuyabilecek miyim...
diye ekledim...
karıştım kızılay'ın sıhhıye'nin kalabalığına...
yıllar boyunca ne çok beklemiştim buralarda
yüreğimde dikenli güller açarak,
bir başka sesi...!!
karda yağmurda güneşte
ne çok yürümüştük onunla da buralarda...
kainatın her yerinde ne çok yürümüştük....
ve artık
ve gerçekten artık
ne kadar uzak kalmıştı her şey...
kanaya kanata, kanata kanaya
ne kadar yaşanmamış olmuştu....
hayat güzeldi...
amcalara bile güzeldi...
eskimiş bir sesten hakkıyla kurtulunca
modeli geçmiş telefonundan
yalnızca haber okuyan
amcalara bile güzeldi ...
hele bir de
hele bir de
günışığı olunca....
hayat, hakkıyla hakkıyla güzeldi....
öyle işte...
( murat örem / 17 eylül 2017 / ankara )
11 Eylül 2017 Pazartesi
ve artık o zaman ne zamansa; biten bir kitabın kapağını huzurla kapatır gibi, bardaktaki son yudumu bahtiyarca içer gibi eylülde kapatmak isterim perdeyi !!!
ömrümün çok yılını geçirdiğim bütün şehirlerde sevdim…
susurluk’ta da sevdim…
ankara’da da sevdim…
istanbul’da da sevdim…
susurluk’ta sevdim;
çünkü uzun bir tatilin ardından eve dönmeyi hep sevdim…güzelim acıpayam günlerinden sonra harika
olurdu susurluk’ta eylül…tatilden eve dönmüş olurduk…seminerlere giderdi öğretmen
anne babam…evin içine huzurlu bir eylül güneşi dolardı kahvaltı
yaparken kız kardeşimle…güneşin o külhani efelenmesi de azalırdı eylül’de…o yaşta da sevmezdim güneşi, ısrarcı ve arsız bir kadın gibi gelirdi
bana…bu yaşımda da hiç sevmiyorum o yapış yapış yaz
sıcaklarını…güneşi sevmeme konusunda
istikrarlıyım yani…
bir şeyi, birini sevip sevmeme konularında
hep istikrarlı
oldum aslında...!!!
sözlerimi enikonu tuttum...
karşımdakiler
beni delirtmediyse !!!
susurluk eylüllerinde parka çıkardım yaşıtlarım
arkadaşlarımla ve kız kardeşimle..eni konu spor yapmaya giderdim çekirdek bir ekiple...özellikle üniversite yıllarımdaki susurluk eylülleri
ise apayrı güzeldi…çünkü neredeyse her gün saatlerce biraraya geldiğim mavi gri
gözlü kız çocuğu vardı…
az da badire atlatmadım o biraraya gelmelerde :)
yolum da kesildi , tehdit de edildim tatlı tatlı…
yıllar sonra birlikte güldük olan bitene ….
malum susurluk o zamanlarda da mutaassıptı:))
her eylülde parkta saatlerce konuşurduk o mavi gri gözlüyle…yaptığımız yalnızca buydu...herkesin önünde gözgöze bakarak konuşmak! dereden tepeden her şey ama her şeyden konuşurduk...evet, daha çok ben konuşurdum :)) masamıza gelen gidenler olur, çayımızı içerlerdi...çok oturacak olurlarsa bir vesileyle uğurlardım hepsini...çünkü teketek konuşmak isterdim karşımdaki mavi gri gözlü kızla...öyle hayran hayran dinlerdi beni...ben de anlatırdım...maltepe sigaralarını yakardık karşılıklı...biraz daha çok param varsa tekel 2000 içerdim...bugün bile binlerce sigara içinden bulurum tekel 2000'in o muhteşem aromasını...ki üretilmiyor yıllardır….
sigarada bile tarihini kaybetmek ne acı !!!
öyle farklı güzel gelirdi bana o aroma...
hakkıyla da güzeldi ama....
kimseler tütün reklamı yaptığımı düşünmesin...
olanı
paylaşıyorum...
tekel 2000 tütünler içinde bambaşkaydı...
güzel olan çok şey gibi
tekel 2000'in ömrü de sınırlı oldu memleketimizde….!!!
yıllar sonra o mavi gri gözlü kızla
2 erkek evladın anne babaları olduk...
evlatlarım umur örsan da arda erhan da aslında o güzelim eylüllerin çocuklarıdır…o eylüllerde yaşanan , hakiki sevginin çok çok yakışıklı çocuklarıdır…ikisinin de üzerine eylül
güneşinin dinginliği vurdu çünkü…
sonra sonralara rastlar, hepimizi ısıtan eylül güneşinin yerini kara bulutlara bırakması…sonra sonradır benim hiiiç yetinmemem ve hep daha daha dahasını istemem:)))
bugün geriye dönüp baktığımda gönül dolusu diyorum ki ; iyi ki o eylül güneşlerinde yanyana olmuşuz o gri mavi gözlü kızla, iyi ki onu dinleyip iki kez baba olmuşum ve yine iyi ki vakti zamanı geldiğinde eylül güneşini bırakıp, kendi yollarımızda gitmişiz…
hayat; daima ileriye dönen bir tekerlektir çünkü…
eylülü ankara’da da sevdim…
önce tül perdeyi sallayan rüzgarla girerdi içeri eylül…
ağustos’un o kibirli güneşi yavaş yavaş evine çekilirdi….
arada efelenirdi ama o kadar…
hani biten bir kavgada taraflar son bir hamle yapar ya,.,,
onun gibi komik olurdu işte eylülde güneşin
efelenmesi….
yıllar önce ankara’da sinemalar vardı…
evet sinemalar vardı…şimdi de var tabi…
AVM’lerin içindeki halleriyle "kumalara" benziyorlar…
gölbaşı sineması vardı…
derya sineması vardı…
kavaklıdere sineması vardı…
talip sineması vardı…
anadolu sanat merkezi vardı…
20 yılda hepsi yoklar hanesine girdi işte….
1990’ların hemen başındaki eylüllerde ne çok filmler
izledik biz mavi gri gözlü kızla karı koca olarak, özellikle maltepedeki gölbaşı sinemasında…
çingeneler zamanı...
karartma geceleri....
sis...diye uzar gider liste....
hatırlayanlar çıkacaktır; 1990’ların başında metrosu / ankarayı falan yoktu ankaranın…şimdi varmış, öyle diyorlar…işte o inşaat zamanlarında ankaranın kalbindeki atatürk bulvarında trafik tümüyle iptal edilmişti ve bulvar kitap tezgahlarıyla dolmuştu….bambaşka güzel zamanlardı…bugün bile kızılay meydanı denince aklıma önce haftalarca kapatılan trafik ve o kitap stantları gelir…neresi neresi derseniz; bugünün kızılay alışveriş merkezinden başlayıp taaa sıhhıye ya kadar giderdi diye cevaplarım sizleri…
çok güzeldi özellikle 1990’lardaki ankara eylülleri benim
için…çocuklar doğmuştu…büyüyorlardı….alıp alıp kaçıyordum/k
onları sokaklara…saatlerce yürüyor sohbet ediyor kitap fuarlarına gidiyor yeni
açılan büyük alışveriş merkezlerine uğruyorduk…bir süre sonra o büyük alışveriş
merkezlerinin aslında büyük mezarlıklar olduğunu anlayıp bıraktık o yanlışı…
artık aylardır yıllardır gitmiyorum o yerlere…istisnalar olmadı mı, oldu elbette.... son yıllarda hep yanımda olan edalı ismin hatırı için yine de attım adımımı oralara….benim nefesim sıkışırken bir de şu markanın dükkanına giriverelim muratçım diye büktükçe boynunu karşımdaki edalı ses, hayır diyemedim…ve her seferinde otoparktan çıkıp anahtarı çevirirken hemen bir sigara yaktım bu kabus da bitti diye diye...
yine de, son yıllarda ankaranın eylülleri daha ışıklı göründü gözüme…mavi gri gözlü kızı hakkıyla küstürme pahasına, edalı sesin yanındaysam, eylül güneşinin ilk ışıkları daha bir gözüme gözüme girdi huzur içinde her sabah…
yıllar gelip geçti....
sonra, bir baktık eylül de gitti !!!
ekim geldi…kasım geldi…
neyse ki hayatın döngü olduğunu anlayacak kadar yaşamıştım….
kapatıp açtım gözlerimi ışık hızıyla…
"o" edalı ses ne yaptı bilmiyorum...
artık merak da etmiyorum...
belki ucuz arsalar alıp pahalı hüzünler satıyordur !!!
belki şarkılar seçiyordur "kaderine küserek..."
belki eflatun fotoğraflarındaki gülüşlerini biriktiriyordur...
belki de usul usul banka hesaplarını kontrol ediyordur:))
istanbuldaki eylüllerim daha az oldu….istanbulda ekim zamanlarım bir başkaydı esas…ekim zamanı gelirse keyfim de olursa anlatırız o günleri de belki…ama yine de istanbuldaki eylüllerimi de yaşadım dolu dolu…eskiden bir geleneği vardı istanbul üniversitesinin... her yılın ekiminin ilk pazartesi gününde açılırdı….hala var mıdır bilmiyorum….bu gelenek kalmadıysa da hiç şaşırmam artık…80'lerin en sonlarındaki bir yıl, eylülün son haftasında , artık çok uzaklarda olduğu haberini aldığım o kara eşek gözlü kız çocuğuyla ne çok dolaşmıştık istanbulun sokaklarında….ne boğazı kalmıştı istanbulun yürüyerek aşmadığımız, ne tarihi yarımadası, ne istiklali , ne bayazıtı, sahafları….uzakların çocuğuydu o ve her bir adımında tılsımlı cümleler çıkardı ağzından istanbula ve bana dair…
oyunlar da izlemiştik onunla…harbiye muhsin
ertuğrul şehir tiyatrolarının oda sahnesinde….belki 20 belki 30 kişilik bir
salondu harbiye sahnesinin üst katında…toron karacaoğlu ve nedret güvenç
oynuyordu…günden geceye ismini taşıyordu oyun...muhteşemdi...gündüz vakti oyundan çıktığımızda ikimiz de
vurgun yemiş gibiydik o kara eşek gözlü kızla…zaten bir süredir birbirimiz üzerinden vurgun yemiştik de bir de oyun
ve oyuncular alıp götürmüştü bizi….
şimdi dönüp bakıyorum da;
çok güzel eylüller geçirmişim yarım asırdır….
ilk gençlik yıllarıma dek ailemin yanında olmuşum…
sonrasında çok sevdiklerimin
yanında olmuşum…
en çok sevenlerimin yanında olmuşum…
pek sevmişim çok sevilmişim
eylül güneşinin huzurunda…
çocuklarımın büyüdüğünü görmüşüm her eylülde…
daha bir ışıklı olmuş son yıllarda eylüller, yanımdaki sesle…
yine de her eylülle biraz daha aklaşmış saçım sakalım…
ama olgunluğun da tadına varmışım yıl yıl…
biliyorum ki bundan sonraki her eylül önceki eylüllerin toplamıdır az ya da çok...biliyorum ki her eylül biraz daha yaklaştıracak o limana beni de....ve yine de biliyorum ki; hiç de kötü bir hayat yaşamadım...nazım'ın dediği gibi; uçaklara da bindim, büyük kalabalıklara da konuştum...en iyi sofralarda da oturdum defalarca...ekmeği peyniri domatesi küçümsemeden lokmalar da çiğnedim...malda mülkte gözüm olmadı...şiirler de okudum çok sevdiklerime, yazılar da yazdım...şarkılar da paylaştım...yıllar boyunca sayıp sevdiğim edalı seslerin peşinden de gittim....baba olmanın , koca olmanın , evlat olmanın , sevgili olmanın hazzına da idrakine de vardım dolu dolu defalarca....
ve yine biliyorum ki;
yaşadığım hayat hiç de fena değildir.....
ve yine biliyorum ki;
yaşadığım hayat hiç de fena değildir.....
ve artık o zaman ne zamansa
biten bir kitabın kapağını huzurla kapatır gibi
bardaktaki son yudumu bahtiyarca içer gibi
sevgilimin dudağına usulca buse koyar gibi
evlatlarımın saçlarını sevgiyle okşar gibi
eylülde kapatmak isterim ömür perdemi…
haziranda doğmak ne büyük bahtiyarlıksa
o hangi zamanların hangi vakitleri olursa
eylülle uğurlanmak da yakışır şu deli dalgalı gönlüme….
( murat örem / 11 eylül 2017 / ankara…)
ışıl german'ı da anarak !!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)