birkaç gün önce okudum o röportajı…hangi
sitedeydi hatırlayamıyorum…günde onlarca
makale geçince ekrandan…yaş da gittikçe ilerleyince…zihin de mütemadiyen yorulunca…böyle
oluyor…okuduğunu olmasa bile nerede ne zaman okuduğunu unutuyor insan….
eh, bunun bir adım sonrası okuduğunu da unutmaktır da...
evlerden ırak olsun....
ıstanbul kurtuluşta bir esnaf…
ne iyi bilirim kurtuluşu, feriköyü,
dolapdereyi şişliyi taksimi harbiyeyi...
öğrencilik yıllarımda
kaldığım
yurtlardan biri de feriköydeydi…
yüzlerce kere yürüdüm her bir yere…
çoğu zaman öğrenci hallerimden değil...
müthiş bir huzur duyduğum için yürüdüm...
feriköyden bayazıta da
mertere de...
etilere de...
sarayburnuna
sarıyere de...
bilenler bilir
bu mesafeleri yürümek
öyle çok da
akıllı adam işi değildir…
yıllar sonra; bin yıllık HAKİKİ dostum
gürcana bıraktım bu meczup gibi yürüme işlerini…gürcan dostum her zamanki gözü
karalığıyla eminim benim rekorlarımı çoktan
kırıp battala çıkarmıştır…
en son birkaç yıl önce yanımızda
umur da varken böyle bir azap!!! yaşatmıştı zaten gürcan!!! ayaklarıma kara sular inmişken üsküdardan şileye yürüyelim
demesinden korkmuştum…can havliyle atmıştım kendimi tarihi kanaat lokantasına ve asla kalkmam artık buradan !!! diye sesimi yükseltmiştim...
yemekten sonra da vapur ve otobüsle gürcanın evine gitmiştik...biz umurla çökkün yüzlerle birbirimize bakarken baba oğul, dünyanın en büyük günahını işlemişiz gibi nazar etmişti !!! gürcan, ikimize de...
şöyle on dakikada boğazı da yüzerek geçmek varken ne kadar ayıptı şehir hatları vapuruna binmek !!!!...kesin böyle düşünmüştür gürcan...çünkü anlamıştım yüzünden...anlarım tabi....huysuz adamlar birbirinin yüzüne bile bakmaya ihtiyaç duymadan ne dediklerini bilirler....garip bir dil vardır aralarında...telekineziden de öte bir iletişim vardır...
gürcanla yaşadığım yürüme azabından sonra, 2015 mayısında gecenin artık sabaha dönmeye hazırlandığı kör bir
vakitte masadan kalkmış, kelimelerin ve dostluğun hakkını
veren upuzun sohbetin ardından
birlikte adımlamıştık feriköy sokaklarını bu kez yanımdaki o kibar isimle...kaldığım öğrenci yurdunu onlarca yıl sonra sabaha karşı görünce duygulanıp muhtemelen gevezelik de etmişimdir anılarımdan falan da bahsederek...ve muhtemelen her zamanki nezaketiyle dinlemiştir yanımdaki isim...sonra salaş bir sabahçı lokantasında çorba içmiştik...ama kendinden çok etrafına ayarlanmış saatler taşıyan gözlerin ve yüzlerin üzerine sıvanmış cılklıklardan da ne kadar korunabilirse o kadar korunabilmiştik...
ben size okuduğum röpartajdan bahsedecektim değil mi...!!!
kurtuluştaki esnaf 30 yıldan fazladır mesleğin içindeymiş…
gazeteci sorular soruyor…
esnafın bir soruya verdiği yanıt çok hüzünlü;
geçen yıl yalnızca 200’e yakın kaset sattık…
diyor esnaf gazetecinin sorusu
üzerine…
200'e yakın kaset...nedir ki...
şöyle bir silkelensem evimizde ve arabamın bagajındaki kutuların içinde bile 500'e yakın kaset vardır hala...
evet ben arabasında hala kaset dinleyenlerdenim...
çağdışılardanım yani...
dinozorlardanım...
dinAzor değil ama...
dinozor...
hadi ben geldim 50'sine de, dinozorluk üzerimde sakil durmaz da, habire benimle yollarda olan ardanın günahı ne...o da 20'sine bile gelmeden dinozor oldu çoktan...!!!
işin garip tarafı benden daha fanatik arda...
oğlum alalım şu italyan aygırının içine dijital bir zımbırtı üç kuruşa, sonra cıstak cıstak .... dedikçe ardanın gözleri tersten biçimde karasinek yutmuş kurbağa gözüne dönüyor...tiksinerek bakıyor bana ve teklifime...
bu türün bir de neredeyse on yıldır plaklara / pikaplara meftun olanı var...amerikalardan falan plak getirip murat öremin iki yakasını biraraya getirmeyen!!! cinsten olanı...süleyman abisine yeni bir dükkan daha açtıracak parayı kazandıranı...
ben ona büyük oğul diyeyim de siz onu umur diye tamamlayın artık...tam da aramız pek düzelmişken umur cık cık cık yapar mı yapar yazının bu kısmını okurken...ne yapalım, başa gelen çekilir artık !!!
mevzua dönelim;
arda kasetçaları çıkarıp atma teklifime peşin peşin itiraz ettikçe
benim de canıma minnet oluyor laf aramızda...
çünkü o kasetlerin içinde neler neler var...
benim gençliğim var...
anılarım var...
çocuklarımın bebeklikleri var...
ankara balıkesir arasında gittiğim 100'e yakın sefer var...
ankara trabzon sümela ayder hıdırnebi yolları var....
ankara antalya alanya kaş kemer bodrum marmaris denizli var...
var da var..
janet jak esim var...
esin afşar var...
şecaattin tanyerli var...
pink floyd var...
beatles var...
edip akbayram var..
barış manço var...
füsun önal var...
ilhan irem var...
gibsy kings var...
taaa 1980'lerden
çekirdek sanatevi kayıtları var...
hüsnü arkan var...
onur akın var...
gülhan var...
zeki müren var...
ahmet çağıran abimin doldurduğu 90'lıklar var...
o kadaaarr çok isim var ki...
kendine yer bulabilen, fatih kısaparmak bile var...
ezginin günlüğünü yeni türküleri saymıyorum bile...
onlar zaten hep var...
bazen hiç umulmadık anlarda
öyle kasetlerin içinden öyle sesler çıkıyor ki...
şaşırıp kalıyoruz ardayla...
mesela şu yazının sonundaki sesi bir dinleyin...
çünkü o da bu kasetlerin içinden çıktı...
ipek bir perdeyi güneşli bir sabahta usul usul açarken
pencerenin dışındaki hayatın içine karışır gibi oluyorsunuz...
arabasında hala kasetçalar olan dinozor insanlar...
karıştırın arada o elinizdeki kasetleri...
herşeyin gözönünde olmaya pazarlandığı şu çağda
kimbilir hangi isimler hangi anılarla karşılaşacaksınız...
siz bile şaşacaksınız buna..
yok,
ille de atacağım bu kasetleri diyorsanız...
ille de atacağım bu kasetleri diyorsanız...
yapmayın...
yapmayın...
yapmayın...
her 10 kasetinize bir tuzluk benden...
20 kasete de fosforlu mandal takımı...
sözüm söz...
daha ne yapayım....
( murat örem / 29 eylül 2016 / ankara...)