*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

19 Aralık 2015 Cumartesi

1987 yazıydı… sıcaktı… pek sıcaktı… ıstanbul’daydım… bilenler bilir ıstanbul’un sıcağı da soğuğu da dinsiz imansızdır…




1987 yazıydı…
sıcaktı…
pek sıcaktı…
ıstanbul’daydım…

bilenler bilir
ıstanbul’un sıcağı da soğuğu da
dinsiz imansızdır…

üniversitede finaller bitmişti …
pek de umrumda değildi…
aklı bin türlü şeyde olan 
gepgenç bir aşık adamdım….

ömrümün en genç
ömrümün en uzak
ömrümün en ıstanbul
zamanlarındaydım…

kah;
fiziki şartlar bakımından ortalama olsa da
şehrin en merkezi yerindeki şişli/feriköy öğrenci yurdundaydım…
-ki orası  1980 darbesi öncesi yıllarca özel konya yurduymuş…
darbeden sonra kredi yurtlar kurumuna metazori devredilmiş…
aradan çok yıllar geçtikten sonra 2015 mayısında gittiğimde
gecenin üçünde dolaşırken feriköy sokaklarını bir dostla
aynı bina yeniden özel yurt olmuştu…
keser dönmüş sap dönmüştü…
selle gelen kumla gitmişti..-

kah,
arkadaşların evindeydim…

ama  en çok o güzel erhan dayımın leventteki evindeydim…

turnedeydi erhan dayım…
şehir tiyatroları aktörü olarak yine yurdun bir yerindeydi…

rahmetli büyük halamdan kalan kedileri ve çiçekleriyle
döndür döndür dinlediğim o siyah toshiba müzik setiyle
erhan dayımın,  nezahat tanyeri halamın leventteki evindeydim….

o evde;
yaz günlerinde akşam oldu mu
üst kattan piyano sesleri gelirdi…
gönlümün katlarından şiir sesleri gelirdi…
açık pencereden içeri hüzünlü kadın kahkahaları gelirdi…

1987 yazıydı…
bütün gün ıstanbul’la didiştikten sonra
bunaltan sıcaklardan kaçıp
levent’teki eve sığınırdım temmuz’da…

tarihteki tüm  zamanların
en klas ve en alafortanfoni üniversiteli tücccarı 
üniversiteden BİN YILLIK dostum ,  
elbistan’lı hüseyin kal gelirdi bazı akşamlar eve
elleri kolları dopdolu kırmızı yakut şişeleri  
ve burnunun altındaki pos bıyıklarıyla….

çocukluğumun ve gençliğimin en boynu bükük silueti 
bir başka arkadaşım da gelirdi o eve…
ne gariptir ki onun da adı hüseyin’di…

birinci hüseyin (kal)  ne kadar klas 
ve açık denizlerin hayat adamıysa
ikinci hüseyin de o kadar ürkek , kıyı adamıydı…
 
ikinci hüseyin
takım elbiseyle denize girmeyi yadırgamaz !
ama kolundaki saati çıkarmadan yüzünü yıkamazdı…
o hüseyin ki kalın görünen mineli kabuğunu iki cümleyle kırsanız
içinden ağlaması hiç susmayacak bir bebek çıkardı…
 
birinci hüseyin'le biz ikimiz 
çok daha köşeli çok daha net adamlardık.
bırakın bebek gibi ağlamaları, 
istersek kelimeleri bile jilet gibi kullanır
lime lime ederdik en fiyakalı kalantorları....

o gelirdi bu gelirdi…

küçük çaplı bir müzeyi andıran evde
tablolara kitaplara fotoğraflara bakarlardı en çok…

bir köşede efsane kaleci cihat arman’ın halama hediyesi
tarihi rus bardağı dururdu bir maç seyahati hatırası olarak…

ceviz oymalı vitrinin içinde çekoslavak porselenler dururdu…
bir duvarda halamın dönemin cumhurbaşkanı
fahri korutürk’ten aldığı yılın kadın aktrisi ödülü dururdu…

erhan dayımın yaptığı  tablolar dururdu…
1940’ların , 50’lerin varlık cep kitapları dururdu…

ve ben ;
kalabalık da olsam
tek başıma da kalsam
o siyah toshiba müzik setinde
dönüp dönüp “ezginin günlüğü” dinlerdim…
ezginin günlüğü’nün 87 temmuz’unda yeni çıkardığı
“alagözlü yar” albümünü dinlerdim…


alagözlü yar albümü
bence tüm zamanların
en güzel albümlerindendir…

evet , kayıt kalitesi çok kötüdür, sesler boğuktur…
ama  azeri müzik ve kültürünün en güzel eserleri
yeniden neşvü nema bulmuştur
ezginin günlüğü’nün 1987 yılındaki
alagözlü yar albümünde….

ezginin günlüğü
benim ve benim kuşağımdaki
az sayıdaki ismin
yazılmamış
hatta yaşanamamış
tarihidir…

neler yoktur ki o tarihin içinde…

ve alagözlü yar albümünün içindeki
o güzelim azeri türküsünün sözlerinde
anlayana ne çok şey vardır…

“naçaram / çaresizim”
isimli azeri türküsünün
eyvallahlı ve eyvallahsız
sözleri şöyledir ;
yazının sonunda bu türküyü dinlerken
bu sözleri de bir daha okuyun…
sindire sindire okuyun…

“Ezizinem dolan gel
Gülüm derde dolan gel
Namerde boyun eğme
Get gurbette dolan gel

Naçaram men naçaram
Garlı dağı aşaram
Yar gözü yaşlı görsem
Baş götürüp gaçaram

Dolanar geçer zaman
Felek vermir bir aman
Ne dosta itibar var
Ne yarda aht-ü peyman

Naçaram men naçaram
Garlı dağı aşaram
Yar gözü yaşlı görsem
Baş götürüp gaçaram…..”

1987 yazıydı…
sıcaktı…
pek sıcaktı…
ıstanbul’daydım…

2015 kışıymış…
ankara’daymışım….
öyle diyorlar…..

( murat örem / 18 aralık 2015 / ankara….)
 fotoğraflar / 1987 / erhan dilligil evi /bandırma -istanbul feribotunda murat örem-











2 yorum:

  1. Ben de "Levent"de oturuyor ve YouTube'da, Ezginin Günlüğü'nün "Alagözlü Yar" albümünü dinlerken okuyorum bu yazını...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. birader
      sen eş kontenjanından darüşşafaka'da değil miydin...
      geldiğimizde umur'la beni dolu dolu ağırlamadın mı ???

      murat....

      Sil