1987 yazıydı…
sıcaktı…
pek sıcaktı…
ıstanbul’daydım…
bilenler bilir
ıstanbul’un sıcağı da
soğuğu da
dinsiz imansızdır…
üniversitede finaller
bitmişti …
pek de umrumda değildi…
aklı bin türlü şeyde
olan
gepgenç bir aşık
adamdım….
ömrümün en genç
ömrümün en uzak
ömrümün en ıstanbul
zamanlarındaydım…
kah;
fiziki şartlar
bakımından ortalama olsa da
şehrin en merkezi
yerindeki şişli/feriköy öğrenci yurdundaydım…
-ki
orası 1980 darbesi öncesi yıllarca özel
konya yurduymuş…
darbeden
sonra kredi yurtlar kurumuna metazori devredilmiş…
aradan
çok yıllar geçtikten sonra 2015 mayısında gittiğimde
gecenin
üçünde dolaşırken feriköy sokaklarını bir dostla
aynı
bina yeniden özel yurt olmuştu…
keser
dönmüş sap dönmüştü…
selle
gelen kumla gitmişti..-
kah,
arkadaşların
evindeydim…
ama en çok o güzel erhan dayımın leventteki
evindeydim…
turnedeydi erhan dayım…
şehir tiyatroları
aktörü olarak yine yurdun bir yerindeydi…
rahmetli büyük halamdan
kalan kedileri ve çiçekleriyle
döndür döndür dinlediğim
o
siyah toshiba müzik setiyle
erhan dayımın, nezahat tanyeri halamın leventteki
evindeydim….
o evde;
yaz günlerinde akşam
oldu mu
üst kattan piyano
sesleri gelirdi…
gönlümün katlarından
şiir sesleri gelirdi…
açık pencereden içeri
hüzünlü kadın kahkahaları gelirdi…
1987 yazıydı…
bütün gün ıstanbul’la
didiştikten sonra
bunaltan sıcaklardan
kaçıp
levent’teki eve
sığınırdım temmuz’da…
tarihteki tüm zamanların
en klas ve en alafortanfoni
üniversiteli tücccarı
üniversiteden BİN YILLIK dostum ,
elbistan’lı hüseyin
kal gelirdi bazı akşamlar eve
elleri kolları dopdolu kırmızı yakut
şişeleri
ve burnunun altındaki
pos bıyıklarıyla….
çocukluğumun ve
gençliğimin en boynu bükük silueti
bir başka arkadaşım da gelirdi o eve…
ne gariptir ki onun
da adı hüseyin’di…
birinci hüseyin (kal) ne
kadar klas
ve açık denizlerin hayat adamıysa
ikinci hüseyin de o kadar
ürkek , kıyı adamıydı…
ikinci hüseyin
takım elbiseyle denize
girmeyi yadırgamaz !
ama kolundaki saati
çıkarmadan yüzünü yıkamazdı…
o hüseyin ki kalın
görünen mineli kabuğunu iki cümleyle kırsanız
içinden ağlaması hiç
susmayacak bir bebek çıkardı…
birinci hüseyin'le biz ikimiz
çok daha köşeli çok daha net adamlardık.
bırakın bebek gibi ağlamaları,
istersek kelimeleri bile jilet gibi kullanır
lime lime ederdik en fiyakalı kalantorları....
o gelirdi bu gelirdi…
küçük çaplı bir müzeyi
andıran evde
tablolara kitaplara
fotoğraflara bakarlardı en çok…
bir köşede efsane
kaleci cihat arman’ın halama hediyesi
tarihi rus bardağı dururdu
bir maç seyahati hatırası olarak…
ceviz oymalı vitrinin
içinde çekoslavak porselenler dururdu…
bir duvarda halamın dönemin
cumhurbaşkanı
fahri korutürk’ten
aldığı yılın kadın aktrisi ödülü dururdu…
erhan dayımın
yaptığı tablolar dururdu…
1940’ların , 50’lerin varlık
cep kitapları dururdu…
ve ben ;
kalabalık da olsam
tek başıma da kalsam
o siyah toshiba
müzik setinde
dönüp dönüp “ezginin
günlüğü” dinlerdim…
ezginin günlüğü’nün 87
temmuz’unda yeni çıkardığı
“alagözlü yar”
albümünü dinlerdim…
alagözlü yar albümü
bence tüm zamanların
en güzel
albümlerindendir…
evet , kayıt kalitesi çok kötüdür, sesler boğuktur…
ama azeri müzik ve
kültürünün en güzel eserleri
yeniden neşvü nema bulmuştur
ezginin günlüğü’nün 1987 yılındaki
alagözlü yar albümünde….
ezginin günlüğü
benim ve benim
kuşağımdaki
az sayıdaki ismin
yazılmamış
hatta yaşanamamış
tarihidir…
neler yoktur ki o
tarihin içinde…
ve alagözlü yar albümünün
içindeki
o güzelim azeri
türküsünün sözlerinde
anlayana ne çok şey
vardır…
“naçaram / çaresizim”
isimli azeri türküsünün
eyvallahlı ve
eyvallahsız
sözleri şöyledir ;
yazının sonunda bu
türküyü dinlerken
bu sözleri de bir daha
okuyun…
sindire sindire okuyun…
“Ezizinem dolan gel
Gülüm derde dolan gel
Namerde boyun eğme
Get gurbette dolan gel
Naçaram men naçaram
Garlı dağı aşaram
Yar gözü yaşlı görsem
Baş götürüp gaçaram
Dolanar geçer zaman
Felek vermir bir aman
Ne dosta itibar var
Ne yarda aht-ü peyman
Naçaram men naçaram
Garlı dağı aşaram
Yar gözü yaşlı görsem
Baş götürüp gaçaram…..”
1987 yazıydı…
sıcaktı…
pek sıcaktı…
ıstanbul’daydım…
2015 kışıymış…
ankara’daymışım….
öyle diyorlar…..
( murat örem / 18
aralık 2015 / ankara….)
fotoğraflar / 1987 / erhan dilligil evi /bandırma -istanbul feribotunda murat örem-
Ben de "Levent"de oturuyor ve YouTube'da, Ezginin Günlüğü'nün "Alagözlü Yar" albümünü dinlerken okuyorum bu yazını...
YanıtlaSilbirader
Silsen eş kontenjanından darüşşafaka'da değil miydin...
geldiğimizde umur'la beni dolu dolu ağırlamadın mı ???
murat....