*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500"ziyaret ! *her cümle"5846" sayılı yasa korumasında ! *fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir ! *sağ alttakiküçük dünya?
Bu blogda sayfaların en altına kadar
okuyanlarınız görmüştür
“….aziz
nesin’in 7 yaşından itibaren daimi okuru…”
cümlemi de …
Bir gün uzun bir yazı
yazdığımda başlığı şu olacak ;
“ Bütün günahlarımın mesuliyeti aziz nesin’e aittir…Soru
sormayı itiraz etmeyi bu kadar iyi öğretmesiydi ben de bu kadar huysuz bir adam
olmazdım….”
aziz nesin bir yazısında kendini
batmakta olan bir geminin su almasını engellemek için herkesle birlikte çabalamak
zorunda kalan baş kemancı olarak
tanımlamış ve mealen şunları demişti ; “ geriye dönüp baktığımda yazdıklarımın
çoğunun içimdekini yansıtmadığını biliyorum…çünkü ben aslında tıpkı bir baş
kemancı gibi farklı yaşamak ve üretmek istemiştim ama içinde olduğum gemi öyle
çalkantılıydı ki günlük dertlerden sıra gelmedi kemanı gönlümce çalmaya..”
oturup düşünün uzun uzun bu
cümlelerin anlamını…
sonra
da aziz nesin imzalı şu güzelim şiiri okuyun bir cuma gününde…
Futbol ve basketbol
,şımarık kız çocukları misali bütün
ilgiyi kendilerinde toplasa da , dünya spor tarihinde atletizminve atletlerin yeri ayrıdır…
Atletler daha çok büyük
organizasyonlarda anılıp bir sonrakine kadar unutulsa da , onlar,insan denen canlının limitlerini ne büyük
çabalarla artırdığını gösterirler yıldan yıla saliselik sürelerde geliştirdikleri
rekorlarla.
Orta mesafe atletizm
yarışmalarındada televizyondaki
spikervarış çizgisine bir tur kala ‘son
düzlüğe girildi, son viraj alındı’ cümlelerinikurar canhıraş biçimde...
O zaman biz de şunu
diyelim ;
2014 için de son
düzlüğe girildi…
Hiç kimse unutmasın ;
genç yaşlı,
iyi kötü,
erkek kadın,
yöneten yönetilen,
zengin fakir,
güzel çirkin,
akıllı aptal …misali,
dünyadaki bütün
canlılarbir gün oson düzlüğe girecek...
Belki de en önemli olan
şey, o son düzlüğe girerken içinde bulunulan ruh halinin yansıması olacak…
Çocuklarına üç ev yerine
üç ayrı dünyada yaşayabilecek donanımı bırakmış bir baba belki çok daha mutlu
girecek o son düzlüğe…Evlatlarına ve onların tercihlerine saygı duyan bir
annenin keşkeleri çok daha az olacak belki…Yine belki , daha yaşarken
ağız dolusu hem eleştirip hem övdüğü anne babasına uzattığı eli çok daha içten
verecek bir evlat, geçmişin
güzelliklerini ve doğrularını da zihninde de çoğalta çoğalta…
O zaman , şimdi , bu
blogda , 2014’ün şu son düzlüğünde çok yıllar öncesinde kalmış Haydar
Ergülen imzalı enfes yazıdan bölümleri paylaşma zamanı …
İçinde harflerin ve
kelimelerin olduğu her alanda yıllardır bir işçi arı misali emek emek üretmeye
devam eden edebiyatçı, şair, iletişim bilimci, sosyolog Haydar Ergülen,‘Bu Kalp Seni….’ başlıklı yazısında
bir ismin üzerinden kurguladığı yazısında, aslında Türkiyemizdekiyıllar içindeki değişimi de anlatıyor ilmek
ilmek…
Okuyalım bakalım…
Biraz kısaltarak paylaşalım
bakalım…
Okuyun bakalım…
“ 1990'dı sanırım, ruhumuzun ve gönlümüzün
hemen aşina olacağı bir 'eski ses'
daha şehirde duyulmaya başlandı. Eski ses biraz pürüzlüdür, elektronik
makyajdan geçmemiş, olduğu gibi kalbimize gönderilmiş bir sestir. Güzel
kusurlarıyla, boşluğun kıymetini bilen kekemeliği ve mektuptan çok pul olma
hevesiyle, kendinden geçmiş bir sestir. Sümeyra’nın
sesi, Ruhi Su’nun , Ahmet Kaya’nın, Tanju Okan’ın sesi öyleydi. (..)
Sesin sahibini tanımıyorduk ama yabancımız
olmadığını da biliyorduk.
O ses 'Bu
kalp seni unutur mu?' diyordu eski bir armağan olarak ve bizim yerimize de
'sen'lere sesleniyordu. Fikret Kızılok'un
vokalisti Sibel Sezal'ın sesiymiş.
Bir başka şarkı daha vardı kasette, 'Şimdi
beni kurtar gönül' diye acısını bildiren. Şikâyet demeye dilim varmıyor,
çünkü 'şikâyet makamı'nda olsa da o kederli ses ne şikâyete gönül indirirdi ne
de gönlünü ortaya dökerdi.
Sibel Sezal'ın ne kendisine rastladım sonra
ne de sesine.
Bu dünyanın gamını, derdini iyice
ağırlaştırmamak için belki de, o koyu sesini bir defalığına kullandı sanki ve
sonra, hadi kötü edebiyat yapalım, defterlerde kurutulmuş çiçekler, yapraklar
gibi usulca kapattı sesini.
Bazı sesler de öyledir, zamanın dağdağasına,
telaşına karışmadan, sandıktan çıkarlar, söylenir, birkaç kişinin gönül
kapılarını aralar, sonra da bu çağın 'yeni'liğini sezip yeniden sandığa
girerler. 'Bu kalp seni unutur mu?' şarkısını galiba bir kez de bu kalbin
elbette unutmayacağı Fikret Kızılok'la birlikte söyledi Sibel Sezal. (..)
Bir daha asla genç olamasak da, bir Ahmet
Güntan şiirinin "Sonra susuldu/Ne hayat kelimesi kullanıldı/ ne de di'li
geçmiş/ Son ağacın son yaprağıyla hikâye bitti" dediği gibi olsa da, bir
kez daha 'Bu kalp seni unutur mu?' demek isterim. Bu kalp seni, bu kalp o kuytu
sessizliğini, bu kalp o koyu sesin kederini unutur mu?
Unutmasın diyerek, bir zamanlar bizim de
yerimize bir ses olduğunu, o sesin güzel yorgunluğunu özleyerek...”
Haydar
ERGÜLEN…/ ocak 1996 / Radikal…
*****
Sevgili yedigunyazilari.blogspot
okurları ,
“pal sokağı çocukları”kitabındaki
bir başkaisimdi değil mi ernö nemeçek…
ben de onu hiç unutmadım…
42 derece ateşle yurdunu savunmasını,
sonra evine gidip çok yoksul anne babasının yanındaki yatağında görevini yapmış insanların huzuruylason düzlüğe girerek çopçocuk yaşta ölmesini
hiç unutmadım…