*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

30 Aralık 2017 Cumartesi

ankara devlet tiyatrosu....anna karenina... "bambaşka bir oyundu....harikuladeydi...muhteşemdi.." anna karenina ve "2017-2018" sezonundan 10 ayrı oyuna dair hariçten murat örem gazellerim :)))





                
                     küçük sahne / "ihanet " oyunu / 1930'lar  ambiansı


bilenler bilir, uzun yıllar içinde olan biten çok şeye rağmen, türkiyenin en  müstesna, en istikrarlı, en kıymetli  sanat lokomotifi devlet tiyatrolarına sevgim saygım "hüsnü niyetim" bakidir...bir çok noktada eleştirsem de,  istanbul ve ankara devlet tiyatrolarına meftunumdur...çünkü iki sahnenin de yüzlerce oyununu izledim 30 yılda...gençliğim istanbul devlet tiyatrosunu alkışlamakla geçti 1980'lerde...son 20 yıldır da ankara devlet tiyatrosunu takip ediyorum eni konu sevgi saygıyla...


sanat eleştirmeni, tiyatro yazarı falan değilim...bilmem öyle tiyatro teorisi terimlerini...gerçi tiyatrodünyasi.com yazılarım sitenin en çok okunanlarından oldu yıllarca....sonra bir gün,  sevgili can törtop sitenin alıcı ayarlarıyla öyle bir oynadı ki, kendi yazılarımı ben bile bulamaz oldum !!!  bir de, 1990 yılında yazılılar ve mülakatlar sonrasında ankara üni. dtcf tiyatro / dramatik yazarlık bölümünü birincilikle kazanmışlığım vardır tarihimde...hoş, gitmedim o bölüme  ama hala içim titrer o günleri andıkça...jürideki isimlerin gözündeki başarımla...o isimlerin her biri efsaneydi...kimler mi  sen bu imtihanlarda 1. oldun murat örem demişti bana...sayayım birkaçını...hepsi bir başka diyarda artık o efsanelerin...turgut özakman... sevda şener....nurhan karadağ...metin and...içlerinden,  ömrü uzun olsun, tek bir yaşayan efsane kaldı...ayşegül yüksel... ki ne çok program yaptık yıllar sonra ayşegül hocamla mikrofon başında...ne zaman arasam , iki eli kanda da olsa kalkar gelirdi yayına...beni de severdi ama en çok tiyatroya sahip çıkan yanımı severdi hocam...aklının aydınlığından saygıyla öperim ayşegül hocamın...




aşağıdaki , 2017 / 2018 sezonunda izlediğim/iz ankara devlet tiyatrosu oyunları kritiklerimi  yıllanmış bir seyircinin  hariçten gazelleri hatta sevimli/sevimsiz ukalalıkları olarak okuyun...ve varsa bir sitemim yazdıklarımda,  saygısızlıktan değil de sevgiden kaynaklandığını hatırda tutun....başlıyoruz...işte 3 ayda izlediğimiz 12 oyun içinden ilk  10 oyuna ait  yazdıklarım...hariçten gazellerim....vira bismillah...




1/ GAYRİ RESMİ HÜRREM ; bizim için sezonun ilk oyunu…küçük tiyatro’dayız…özen yula…türk tiyatrosunun son yıllarda yetiştirdiği en kıymetli isimlerden…biliyorum bunu…bu yüzden beklentim hakkıyla yüksek…gerçi  hürrem/safiye/kösem…vs…rüzgarına yaslanan oyunlar, diziler, kitaplar  artık  kabak tadı verse de , oyundan beklentim bu…bir de kızkardeşim ayşın’ın oyun öncesi söyledikleri var kulaklarımda;  “abi  geçen sene ben bu oyunu izledim…harikaydı…” küçük tiyatroda gayri resmi hürrem oyunu başladı…başladı…başladı...şimdi bir şeyler olacak ve oyun seyirciyi sarmaya başlayacak demeye başladım ben de…ama olmadı…sıkıldığım anlarda hep yaptığım gibi “dakikada 40 kere saate bakmaya başladım ben de…” oyun bittiğinde,  ankara’da ilk defa oyun izleyen sevgili nurdilek’e mahçubiyetle şu cümle döküldü kulaklarımdan, “kuklaları güzel konuşturuyorlardı…değil mi...” kibar kadın nurdilek :)))  gülümseyerek geçiştirdi beni !!!



                                                     ****
  
2 / MERAKLISI İÇİN ÖYLE BİR HİKAYE ; yıllardır sahne alan oyunu,  bu kez de sevgili nurdilek’i götürmek için 4. kere izledim, irfan şahinbaş sahnesinde…erdinç doğan yine sahnede büyüdü büyüdü büyüdü…belki 1000 yıl önceydi…aynı diş doktorunda denk gelirdik erdinç doğan’la konur sokak’ta…benim kağıt ticareti :) yapıp 1 yıl içinde kendi kendimi emekli ettiğim zamanlarımdı daha 20 li yaşların başındayken…o zamanlar kanal 6’da market arabalarını doldurma yarışması vardı ve onu sunardı erdinç doğan….hakkıyla efendi, kibar  bir yüzdü…hani annelerin tam kızıma göre diye sevgiyle baktıkları özelliklere haiz, eli yüzü düzgün bir genç adamdı…akran olmalıyız erdinç doğanla…baktım eğer makyaj değilse yıllar içinde onun da bembeyaz olmuş saçları benim gibi…helal olsun aktör sana dedim içimden…bir kez daha helal olsun…çünkü sait faik abasıyanık’ı yine etiyle kemiğiyle canlardırıyordu erdinç doğan…baktım izlediği 2. oyun bittiğinde yüzü bu kez nihayet gülüyordu nurdiek'in...

                                                    ****



3 / GRÖNHOLM METODU ; büyük tiyatrodayız bu kez…ekim ayı bitmek üzere…bir cuma akşamı…büyük tiyatro lebalep…oyunu yakından biliyorum…hakkında ciddi fikrim var…yazarını da biliyorum…yıllar önce arda da bir özel tiyatroda izlemişti aynı oyunu…ona da sordum gitmeden önce; “baba, başarılı gerilimli bir oyun…bakalım siz gerçek suçluyu ne kadar zamanda bulacaksınız…ben seni tanıyorsam 5 dakika sürmez…” dedi…” abartma leynnn, baban artık ihtiyar bir adam ..” diye mukabele ettim ben de...gittik...oyun başladı…hani şu modern çağ ve arsız kapitalizm  herkesten kötülükler prensi çıkarmayı başardı…masuuum değiliz hiçbirimiz :)))…. temalı oyunlardan biri…bu temaların bu kadar gözümüze sokula sokula işlenmesinden bıkmış bir seyirci olarak izledim oyunu daha ilk dakikadan…ve hep bunu düşündüm oyun boyunca...bir de ismi lazım değil sahnedeki aktör beylerden biri oyun boyunca o kadar çok , ama o kadar çok tekledi ki ; artikülasyon ve diksiyona biraz itina mirim…olmuyor böyle vallahi olmuyor ..diye bağırasım geldi…ben olan bitene  mıgırdanırken,  kıymetli nur da kolumu sıktı çocuğunu ikaz eden anne gibi…sakince otur…gözlerini kapatabilirsin...söylenme murat :)) dedi…oyun bittiğinde, benim için nihayet çok şükür oyun bitmiş oldu…evde şarap var diye geçti aklımdan…içeriz iki kadeh karşılıklı diye bir de…

                                                       ****



4 / MUHTEŞEM DİVA ; oyunu çok sevenler varmış öyle diyorlar…ben kesinlikle ve kat'iyen o gruptan değilim… zor beğendiğim için muhtemelen kusur bendedir…oyun başladı, 2 dakika geçti, sevgili nur kulağıma eğildi ve ben bu eserin filmini izledim…meryl strepp oynuyordu ve aşmıştı kendini dedi…iyi bir sinema seyircisi o…bilenler bilir ben film izlerken de daima sıkılan gruptan oldum….benim için akmadı oyun…nur da, filmle kıyasladım sürekli zihnimde ve çok sönük kaldı…dedi…o akşam evde şarap yoktu…ama viski şişesinde 4 parmak viski vardı…bol buzla güzelim viskinin de canına okuyarak nefsimizi köreltiriz artık :))) diye geçti aklımdan…


                                                       ****

5/ KONTRABAS ; işte yıllar içinde defalarca izlediğim ve izlerken kendimden geçtiğim  bir oyun daha… nurdilek'i götürmek için kendimi seve seve feda ettim yine…çünkü biliyordum olcay kavuzlunun sahnede nasıl devleştiğini…bütün oyun boyunca bir kere teklemedi olcay kavuzlu tekbaşına sahnedeyken…oyundaki hafif tertip arızalı :))  karakterin öyle bir hakkını verdi ki yine…bir de oyunun da doğası gereği arada biz seyircilere laf yetiştirdi olcay kavuzlu…idmanlıydım böyle zihin oyunlarına…ben de dahil oldum aklım erdiğince oyuna….muhteşem bir metindir kontrabas…patrick suskind imzası vardır…ille bir fikir versin diyorsanız ; “bir delinin hatıra defteri…” metnine benzer karakteri...sahnede de devleşen bir aktör vardı yine… onca yıllık kıdemli izleyici olarak ziraat sahnesini de yeni görmüştüm…çok sıcak bir yerdi…oyun bittiğinde canımız kahve istiyordu…nurdilek'e döndüm; “starbucks’a asla gitmem ama yeminliyim…” dedim…hava limonata gibiydi ve aylardan kasımdı…ağacın biri bulvarda ölüyordu…dizeleri geldi aklıma attila ilhan’ın…

    yazının sonunda bir de hediye olsun size bu şiirin bestesi :)))
                                                   ****



6 / İKİNCİ KATİL…akün sahnesinde izledik oyunu…benim için ne kadar uzun, ne  kadar yorucu ne  kadar vasat ve ne kadar  zaman kaybı bir oyunsa , sevgili nurdilek için tam tersiydi…bayıldı oyuna…sahnedeki kalabalığa…dekora , kostümlere….ben de isterdim oyun boyunca hakikaten  bayılmak, çünkü öyle olsaydı zaman bu kadar ızdıraplı geçmezdi benim için :))) ama kısmet olmadı…siz bu oyunu benden dinlemeyin…nurdilek keyfi olursa yazsın oyuna dair övgülerini..diyeceğim ama…yapmaz…pek de  nazlıdır o…öyle geçeceksin klavyenin başına da,  yazacaksın çat çat…vallahi tenezzül bile etmez…biz fanilerin işidir bunlar…kraliçelerin  :))) değil…. anlaşılan şarabı yalnız içecektim :))) çünkü nur oyunu çok beğenmişti....

                                                       ****



7 / ANNA KARENİNA …esere ne denir ki ..insanlık tarihinin en büyük romanlarından işte…onlarca kere filme alındı, sahneye kondu…yüz milyonlarca kere okundu…açık söylemek gerekirse bir klasik oyun bekliyordum cüneyt gökçer sahnesinde ve beklentimi aşağıda tutarak gittim oyuna…çünkü evde ne şarap ne viski vardı :))) ama nasıl bir oyun izledik öyle...yoktu böyle bir şey sevgili okurlarım…aziz okurlarım :))) yoktu böyle bir şey….bir eser ancak bu kadar muhteşem sahneye konabilirdi….dünya üzerinde anna karenina yüzlerce ülkede binlerce kere sahneye konmuş olsa da, bu sahneleme  her yerde her zaman ilk 10’a girer dünya klasmanında..30 küsur yıllık kıdemli bir izleyici olarak ve ömrü boyunca 100’lerce oyun izlemiş biri olarak, gönülden  söylemeliyim ki muhteşem bir uyarlama vardı…yönetmen; ipek atagün gezener  ortaya inanılmaz bir eser çıkarmıştı…bu ismi daha yakından bilmemek biz izleyicilerin ayıbı gezener'in değıil….oyuncular da çok çok iyiydi…semboller, dekor şu bu hepsi muhteşemdi…ille bir kusur bulalım diyorsanız, ben de,  bıktık bu patlayan mikrofonlu yeni çağın oyun sahnelemelerinden derim…o kadar…bundan sonra da yüzlerce oyun izlesem bile anna karenina her şeyiyle bambaşka bir yerde olacak…emeği geçenlerin çabalarına bereket….oyun bittiğinde sevgili nurdilek de  “anna karenina....bu başka bambaşka  bambaşka bir oyundu murat…harikuladeydi…harikuladeydi” dedi…eve giderken patates cipsi almaya karar verdik :)))

                                                          ****



8 / ŞEMPANZELER …şinasi sahnesindeyiz…bilenler bilir,  şinası sahnesinin koltukları yıllların yorgunluğuyla insanı biraz fazla içine alır...bütün oyun boyunca kontrabas perfonrmansında devleşen haliyle daha yeni izlediğim olcay kavuzluya baktım biraz da hüzünle…yine ne kadar kendinden vere vere gönülden oynamaya çalışıyordu…ama oyun da metin de işte o kadardı !!! çocuk bekleyen bir çift vardı oyunda ve onları abuk bir tüketim için kandırmaya çalışan ama aslında kendileri de vahşi kapitalizmin kurbanı olan insancıklar vardı bir de…insanın klişe demeye bile dili varmıyor…klişeye,  klişe demek bile yeterince klişe oldu artık…bebek bekleyen anne adayındaki ismi bir çok oyunda izlemiştim ben…her rolde hep çıtanın üstünde durmuştu…bu kez de öyleydi…ama aktristeki hep  aynı jest ve mimikleri bütün oyunlarında izlerken ben yorulmuştum bir izleyici olarak, demek o daha hala yorulmamıştı…demek ki yönetmenler de bu tarzı benimsemişti !!! bir de oyundaki çocuk bekleyen eş/baba karakteri hakkında iki kelam etmek gerekir mi bilemedim… gerçeklikle bağı kopan ve grafik sanatçısı olma / çocuk kitapları yazar çizeri olma hayali kuran erkek figürü,  böyle ergen bir çocuk haliyle mi canlandırılmalı acaba…bu yönetmenin bir tercihiyse de aktörün  kapasitesiyse de durum iç açıcı değildi...çok şükür ki :))) evde bira vardı…fıstık da vardı….

                                                       *****



9 /  SACİDE….ülker köksal türk tiyatro tarihinin en kıymetli yazarlarındandır…yazdıklarında bir kırgınlık , hüzün, özlem ve  gerçeklik vardır hep…evet karakterler biraz fazla şablonlara oturur…ama yaşayan karakterlerdir…iyi bir metinle, dünyanın en vasat oyuncularıyla bile,  ortaya izlenecek eser çıkarabilir usta bir yönetmen…insana dair her şeyi sakince derli toplu anlatan bir eser vardı sahnede…dramatik örgüsü itibariyle biraz fazlaca eski zamanlara uzanıyordu oyun ama insan hep aynı insandı…yalnızlık hep aynı yalnızlıktı…kötüler aptallar saflar hep vardı yeryüzünde…ihanet hep vardı…sacide bunları derli toplu anlattı ve sessizce çıktı gitti hayatın içine…biz de kapının önüne çıkıp hemen birer sigara yaktık sevgili nurdilek’le…evde elma ve portakal vardı…bir de muşmula…döngel…beşbıyık…adına her ne derseniz artık....çankaya yıldız pazarından almıştık cumartesi günü…

                                                ****


10 / EYVAH NADİR ; oda tiyatrosuna  son anda girdik ki görevli  bir hanımefendi bizi aldı en öne götürdü…oyun öncesi fuayede de yanıma gelmişti gençler,  murat hocam murat hocam diye… onlarla konuşurken bir başka hakkıyla usta aktör haza beyefendi engin özsayın’la da selamlaşıp hal hatır sormuştuk karşılıklı… bütün bunlar arka arkaya gelince , oyun başlamadan hemen önce sevgili  nurdilek  kulağıma eğildi, “ muratcım, amma da tanınıyorsun buralarda, bu ne karizma…” dedi… baktım yüzüne…hınzırlık mı yapıyor diye..gayet ciddiydi…ben de şöyle rahmetli demirel gibi gerdanımı hafif geriye alıp :)))   “eh biraz tanırlar beni bu alemde..” deyip gülmeye başladım…oyun başladı…75 dakika boyunca sahnenin ve girdiği tüm karakterlerin hakkını veren bir isim doldurdu sahneyi…koray karaca hakkıyla oynadı tüm rolleri…çok başarılı tiplemeleri yaptı…derli toplu bir oyunda  hakkıyla kahkahalar attırdı seyirciye…biz yine en önde olduğumuz için arada bana da  laf attı rol gereği..benim de içimde ne sönmeyen bir aktör olma aşkı varmış ki :)))  yine dahil oldum oyuna…hatta bir ara arkama dönüp hadi alkışlayın tam burada falan bile dedim seyircilere..oyun sonunda koray koraca belki sahneye çıkarıp beni de alkışlatır diye bekledim ama…nafile…bu aktör kısmının da burnu amma büyük oluyordu yahu  :)) oyundaki emsalsiz katkımı nasıl görmezdi...ah ahhh :)) ) oyun bittiğinde daha saat 8 bile değildi…çünkü oda tiyatrolarında oyunlar bin yıldır akşam 6 buçukta başlardı…biz de eve gittik…nur yine servis tabaklarının  içine eti peyniri yeşlliğiyle öyle bir düzenleme yaptı ki tadını çıkara çıkara iki kadeh kırmızı şarapla yemek yine bir mutluluktu…ben de mantar tıpaları çıkardım tabi…boş boş durmadım…ekmekleri kızarttım :))) dijitürk’ten de kanal 452 yi ayarladım…tv’deki şömine ve odunların karşısına geçip radyo dinledik…ama bu 452. kanalı hararetle tavsiye ederim kıymetli okurlarım...bir de eyvah nadir oyununu tabii ki...

                                                   ****

burada duralım....ömrümüz varsa yeni oyunları da izler yazarız aklımız erip dilimiz döndüğünce....mutlu seneler kıymetli okurlarım :)))  


                  yeni başarılar ankara devlet tiyatrosu :)))

           

         ( murat örem / 30 aralık 2017 / ankara...)
 
               

24 Aralık 2017 Pazar

ankara devlet tiyatrosu sahneleri /// iki genç çok program yaptık karşılıklı...sonra o büyüdü "sanatçı" oldu...ben de 50 yaşımda "murat örem" kaldım :)



takvim bu sene de ekim ayını göstermiş,  ankara devlet tiyatrosu perdelerini açmış ve yaklaşık 2 buçuk ayda  11 ayrı oyuna gitmişiz  nurdilek’le…




ankaranın  hiçbir sahnesi yabancım değil...hilafsız yüzlerce oyuna gittim…yanımda da sevdiğim birileri olsun istedim oyunları izlerken…özellikle son 10 yıldır internetten bilet almanın da tadına  varınca eşe dosta da çok bilet aldım…istisnai durumlarda tek başına da  oyuna gittim, üniversite yıllarımdaki seyirciliğimi yad ede ede… 


çünkü bazen yalnız olmanın da vahşi bir tadı vardır  ömürde...





sahnedeki onlarca ismi  tanırım…çok isimle çay kahve içmişliğim, iki lokma yemişliğim, emeklerini övmüşlüğüm vardır…zaman zaman ukala ve kıdemli seyirci kontenjanından akıl vermişliğim, sert eleştiriler yöneltmişliğim bile vakidir...ya kibarlıklarından dinlerler beni ya da dinler görünüp arkamdan iki kelam ederler…o kadarını bilemem :))) ama birçoğunun,  emek emek ne çok şey kattığına şahidimdir sahneye ve hayata…istanbul'daki öğrencilik yıllarımda aktör dayım erhan dilligil üzerinden tanıdığım isimler de bir başkaydı...efsanelerdi....yazdım bu isimleri de defalarca...meraklısı buradaki eski yazılardan bulabilir...



sahnedeki şimdiki isimleri de  yazıp anlatma sözüm olsun size…ama bu yazıda ankara devlet tiyatrosu sahnelerini anlatayım ilmek ilmek….çünkü ankara’da da her bir sahneyle ilgili ayrı ayrı kurduğum duygusal bağım   var…



cüneyt gökçer sahnesi…

ne zaman gitmek hasıl olsa,  direksiyonun başına otururken gözümde büyüdü o konutkent yolu…hele iş çıkışı saatlerinde…ama her seferinde "iyi ki gelmişim/z"  dedim çıkarken…tıpkı bir bayram ziyaretine gitmemek için bin takla attığınız ama bir şekilde gittikten sonra iyi ki gitmişim dediğiniz, mürekkep yalamış,  hakkıyla bilgili ama biraz snop bir akrabayı hatırlatır bana cüneyt gökçer sahnesi pırıl pırıl, bakımlı ve mesafeli haliyle…sahnesindeki derinlik ve teknoloji, kalabalık kadrolu oyunların yuvası oldu son yıllarda…bu sahne derinliği ve teknoloji olur olmaz mikrofon kullanma modası başlatınca hakkıyla iğreti :))) oldum  ama genellikle hakkını verdi yönetmenler cüneyt gökçer sahnesinin…sayıları az olsa da, ortaokul müsamereleri de izletenler çıktı aralarından… hani okumuş yazmış iyi paralar kazanan bir akraba, her ailede biraz anlamsız bir övünme meselesi yaratır ya bizim kültürümüzde; cüneyt gökçer sahnesi de ailenin ele güne gerine gerine sözünü edebileceği uzaktaki amcasıdır ankara devlet tiyatrosunun…ve gerçekten ona güvenebilirsiniz çok yakınlık görmeseniz, göstermeseniz de….bu anlattıklarım aktör cüneyt gökçer’in ustalığından bağımsızdır elbette…böyle bir sahneye cüneyt gökçer adı verilmesi bir kadirbilirliktir…






küçük tiyatro
ulus’taki küçük tiyatro, güngörmüş bir ak saçlı annedir teyzedir haladır büyük annedir…daha kapısından girerken sarıp sarmalar sizi… ahmet erhan’ın “anne ben geldim / ağdaki balık bardaktaki su kadar umarsızım / dizlerin duruyor mu başımı koyacak / oğlun hayırsızın…” şiirindeki gibi  koyabilirsiniz başınızı küçük sahnenin fuayesine, sahnesine hatta kapı eşiklerine bile…cumhuriyetin ışığı vardır küçük sahnede…küt diye çok erken ölen mimar kemalettin’in güzelim emekleri vardır….orhan veli kanık’ın, ahmet hamdi tanpınar’ın kelimeleri asılıdır evkaf apartmanı günlerinden küçük sahnenin üzerinde…yılların yorgunluğu küskünlüğü bile ayrı asaletle durur küçük sahnenin üzerinde…bundan çeyrek asır önce ; küçük sahne üzerinde kara bulutlar dolanırken ve küçük sahnenin yıkılmasına ramak kalmışken bir genç adam kapı kapı dolaşırdı “küçük tiyatro yaşamalı…yaşayacak…yıkılmayacak…küçük tiyatroyu  asla  yıktırmayacağız” diye…iki genç adam mikrofonun başında karşılıklı program yaptık onunla da radyo anki stüdyolarında defalarca…çinlilerin “taşı delen suyun gücü değil damlaların sürekliliğidir" sözü misali kurtardık (!)  küçük tiyatroyu yıkıcıların elinden….kurtardık demem sözün gelişi…benimki, bizimki  bu ulvi çabada denizde damla misaliydi…esas emek, o ürkütücü zamanlarda kapı kapı gezen sesini çıkaran genç adamındı…aradan yıllar geçti…o genç adam büyüdü ahmet mümtaz taylan oldu…hakiki bir aktördü o zamanlarda da…ben de büyüdüm 50 yaşına geldim…murat örem kaldım :))) buradan selam olsun ahmet mümtaz taylan’a da…







 oda tiyatrosu
dedik ya her zaman başınızı koyacağınız bir ana kucağıdır küçük sahne…oda tiyatrosu da o kucağın kapı komşusudur…hani annenizi veya elini öpmek için ziyarete gittiğiniz teyzenizi halanızı babaannenizi  evde bulamadığınızda bir iki saniye durduktan sonra hemen komşu teyzenin ziline yürütür ya adımlar sizi…işte tam da budur oda tiyatrosu…kapısını rahatlıkla çalacağınız, elini öpeceğiniz, daha yeni pişirilmiş havuçlu pırasa yemeği kokan yeleğine burnunuzu bastırıp geçip giden yıllara dair hıçkıra hıçkıra ağlayabileceğiniz komşu teyzedir…titreyen ellerle sarılmış sigara böreklerini nasıl çekinmeden yerdiniz o komşu teyzede hatırlayın….orasıdır işte oda tiyatrosu…biraz açık demlenmiş limonlu çayını içerken, içinize içinize akan gözyaşlarınızdır o komşu teyze…tam orasıdır işte oda tiyatrosu…





büyük tiyatro
büyük tiyatro’da kendinizi biraz küçük ve yalnız ama çok güvende hissedersiniz..adeta bütün sahnelerin babasıdır büyük tiyatro...bu yüzden öyle her söze karışmaz, evin içindeki küçük didişmelere bakmaz bile…babalar da son ana kadar duymaz bilmez karışmazlar ya…aslında hakiki bir baba öyle bir duyar bilir ve gözlem yapar ki...karışmaması bile karışmaktır, yol göstermektir anlamak isteyene…yılların haklı kibri vardır büyük tiyatroda….ne isimler ağırlamıştır orada…ne büyük ve kurucu isimler…reisi cumhur gazi hazretleri mustafa kemal atatürk’ün locası hala onu anar onu bekler...ikinci adam olmayı hiç mesele yapmayacak kadar kendisiyle barışık bir başka isim olan ismet İnönü de çok ziyaret etmiştir büyük tiyatroyu…




akün sahnesi
akün sahnesine ne zaman adım atsanız bir başka letafet sarar sizi…

cumhuriyetin batıya dönen kültür yüzüdür adeta akün…evet, eski bir sinemadan bozma bir sahnedir akün…ben de bilirim o günleri…ama hakkıyla elden geçmiş ve güzelim bir sahne olmuştur…şık ve ışıklı fuayesinde içtiğiniz karton bardaktaki kahve biraz abartılı fiyatlı ve eh iştedir ama ayrı bir rayihası vardır…akün sahnesinde ne zaman bir oyun izleseniz aklınız fikriniz gönlünüzün pusulası, tiyatronun büyük ustalarını anar saygıyla....





şinasi sahnesi
şinasi sahnesi akün’le sırt sırta ağırlar yıllardır seyircisini…ne kadar elden geçse de bir yorgunluğu vardır şinasi sahnesinin…zamanında çok şey görüp geçirmiş olsa da artık bir orta halli mahalleye taşınmış emekli üniverite hocası gibidir orası…anlatmaya başladığında ağzına baktırır ama pek de tadı yoktur artık…dinlemek isteyenleri bile azalmıştır yeni çağla ne yazık ki sanki….






yeni sahne
bir de gözümüzün önünde ölüp giden aile büyükleri vardır ankara devlet tiyatrosunun…sakarya’daki yeni sahne inleye inleye can verirken kimseler dönüp bakmamış, dönüp bakanları da kimse umursamamıştır…kaç kişi hatırlayıp yeni sahneyi, önünden geçerken “merhaba ankara devlet tiyatroları merhaba..” der ki bugün…sevgili erhan dilligil dayım  ölene kadar  oysa ne güzel söylerdi, istanbul harbiye muhsin ertuğrul sahnesine her adımını attığında  “merhaba şehir tiyatroları merhaba…” diye...





yazının burasında duruyorum...
çünkü ölümün olduğu yerde hüzün vardır...
yeni sahne benim en hüzünlü anılarımdandır...
yıkılması da dahil !!!! 


erhan dilligil dayım benim en hüzünlü anılarımdandır...
57 yaşında kalp krizinden küt diye ölüvermesi dahil....


yine de umutla bitirelim bu yazıyı...
merhaba ankara devlet tiyatrosu merhaba !!!

          
        ( murat örem / 24 aralık 2017 / ankara...        
                                             
                                                *****
    
    müzik / ilhan irem / sanatçılara benzer göklerdeki yıldızlar.... 

13 Aralık 2017 Çarşamba

"genç olmak, insanın uzun zamanını alır...." pablo picasso

şu dünyada yarım asır yaşamak o kadar da kolay değil/miş....
şu dünyada evlat olmak, koca olmak baba olmak da öyle/ymiş....


bütün bunların yanında günlük gaileler  de var...
aidatlar ödenecek, faturalar biriktirilecek, çiçekler sulanacak/mış...
yıllarca yaptım bu işleri ben de...yıllarca...
hala da yapılacak/mış...yaparız ulan yaparız...!!!

 

bir de toparlanmalar, kitapların tozunu almalar var !
aslında son cümlenin çözümü o kadar belli ki....
kitapların olmayınca, kitapların tozunu alma derdi de olmuyor :)


anladım bunu ama geç oldu...iflah olunacak yaşım geçti...
günlerdir bir evin içinde kitaplara da yer aradık yeniden...
sehpalara, çiçeklere, koltuklara, abajurlara da yer aradık...
bir de; kendimize....kalbimize...ömrümüze de yer aradık...
yeniden....


evin en  güzel yerinden bakar oldu;  
babam taşkın hoca...

sonra yine düşündüm...
yeniden düşündüm...
bir daha düşündüm...



yarım asırda,  kaç evde açtım / kapadım kitap kolilerini diye...
kaç evde astım perdeleri...kaç evde çaldım kapı zillerini...
kaç evde ağırladım sevdiklerimi...kaç evde kadehler kaldırdım !!!
kaç evde kaçtım kendimden...kaçtım daha önce sevdiklerimden... 



aylar önce "ben gidince kitaplarıma iyi bakın" dedim de...
"peder bey; sen böyle konuşmazdın...hayırdır"  dedi umur  
ela yeşil gözlerini kocaman ve  "şaşkınalaycı"  aça aça....

sonra yine araya günlük gaileler hırgürler girdi...


aylar sonra  dün sabah bir kitap çektim kitaplıktan...
yıllar önceki bir paris  seyahatinden bana almıştı umur...
fransızcaya tümüyle fransız :) olduğumu bilse de jest olsun diye...




sonra ne dürttüyse beni, 
işte aylar sonra  açtım o fransızca  kitabın kapağını...


küt diye  bir hatıra metal para çıktı içinden...
bir sayfa daha çevirdim bir hatıra küba banknotu daha...
sonra bir daha çevirdim kitabın sayfalarını
insanlık tarihinin en büyük tablolarından olan 
                   "guernica"sının 
büyük boy pul versiyonu  çıktı  pablo picasso'nun...


hepsini ama hepsini umur almıştı babasına, bana...




kaç gündür bir evin,  eskimiş anılarını  tarihe gömüyoruz iki kişi...
şiirler bile okuyamayacak kadar yorgun zihnim...
isimlerin bile hepsi birbirine karışıyor da bulutlanıyor pervazlar...



ve bütün bunlarla uğraşırken 
bir de, rüyalarıma giriyor 

eski perdeler, 
eski kelimeler, 
eski çiçekler 
eski sevdalar
eskiden sevilenler... 



ben sizleri, en yorgun zamanlarımda da çok önemsedim 
ama artık hakikaten herkesin başı pınar ayağı göl olsun ...
derken buluyorum kendimi...
terden bunalmış bir bedenle sarılıyorum, 
yanımdaki nefese...


sonra kitaplıktan bir kitap çekiyorum
umur  örsan öremler
arda erhan öremler 
anılar, kelimeler dökülüyor çıngıl çıngıl !!!



sonra kitaplıktan bir kitap çekiyorum
içinde  evlatlığımın, kocalığımın,  babalığımın 
güneşleri, bulutları, çiçekleri , külleri....


ne diyordu başlıktaki  dizeleri de yazan ahmet erhan;



"...gecenin son otobüsü..
götür beni uzaklara
gecenin son otobüsü
oğlum gelir nasılsa...


(...)

denizin dikeninde uyudum
uyandım ter içinde
oğlum seni düşündüm
geçmiş zaman kipinde..." 


                                                                    
                                                                                  ****
hasılı kelam;  şu dünyada yarım asır yaşamak 
o kadar da kolay değil/miş...öyle işte !!!

     ( murat örem / 13 aralık 2017 / ankara....)

                    -fotoğraflar / nur dilek / aralık 2017-