fotoğrafta
gördüğünüz bu evde geçti ;
ömrümün
en genç
ömrümün
en toy
ömrümün
en naif
ömrümün
en delişmen
ömrümün
en bulutlu
ömrümün
en güneşli yılları…
yetmiş
yaşın içinde ve eşiğinde olsalar bile, bugün çekilen fotoğraflarda
öğrencilerinin , genç meslektaşlarının yanında çok şükür hala çok sağlıklı görünenler, bir çok
yazıda dönüp dönüp anlattığım annem babamdı…
o
bembeyaz pos bıyıklı , kafası sokrates
misali hem kel, hem hatırlı biçimde ebatlı, hem de içi hakkıyla akıl fikir dolu olan ve
yaşlandıkça yüzüne ayrı bir dinginlik oturan adam babamdı…
yüzlerce
lise öğrencisinin ve benim de son yazılarımdaki tabirimle babam taşkın hoca’ydı…
yine
yaşım ilerledikçe, kaşımın karasından saçımın gümüş
grisine kadar iyice benzediğim,
edilen hiçbir lafın altında kalmadan karşımdakini ince ince dilimleyen kelime
hakimiyetime, didişme konusundaki soğukkanlı ustalığıma kadar hık
deyip burnundan düştüğüm kadın da annemdi…
öğrencilerinin
ve benim de bir çok yazımda değindiğim haliyle annem müjgan hocanımdı…
bundan
çeyrek asır önce daha 21 yaşında ateşe
düşmüş gibi evlendiğimden dolayı ; annem müjgan hocanımın 43 yaşında kendisini
kaynana(!) yaptığım için beni her fırsatta iğneleyen haline yıllarca katlansam
da, fotoğrafta gördüğünüz bu evden ışık hızıyla evlenerek çok erken ayrılsam da, yıllardır her fırsatta anne babamın yanlarına
gittim, aile sayım önce 2 sonra 3 sonra
4 olduğunda da…
anne
babam ; umur’u da, arda’yı, sarı
damarlıyı da aynı sevgiyle sahiplenmeyle bağırlarına bastılar, bana zaman zaman ettikleri
sitemler baki olsa da…
hasılı
kelam ;
47
kocaman yılım geçti
gümüş
saçlı erdemli kadın
ve
sokrates kafalı , akıllı adamla,
kah
aynı evin içinde evlat olarak
kah
yüzlerce kilometre uzaklıkta
kendi
evlatlarımın ve evimin babası olarak…
onlar
nerdeyse yarım asırdır susurluk’taki
yüzlerce binlerce öğrencileri için taşkın hoca ve müjgan hocanım olsalar da
benim için öncelikle annem babamdı…
bütün
evlatlar gibi hem çok didiştim hem çok paylaştım onlarla…
peki,
kabul , didişmelerim biraz daha fazla oldu…:)
artık
nesli tükenmiş o güzel cumhuriyet
öğretmenleri misali; ne olursa olsun , kim haklı olursa olsun, daima kendi bahçesindeki ağacın kurduna bakan ve önce
kendinde kusur arayan bahçıvanlar gibi, yıllar yıllar boyu her vesileyle bana gerekli gereksiz nizamat
vermeye kalktıkları için, bir çok noktada başkalarına karşı çok gereksiz
biçimde çok edepli kaldıkları için hatırlı didişmeler yaşasak da; seçme şansım olsaydı gözü kapalı yine
seçmek isterdim ikisini de anne baba
olarak…
fotoğrafta
gördüğünüz bu evde geçti ;
ömrümün
en genç
ömrümün
en toy
ömrümün
en naif
ömrümün
en delişmen
ömrümün
en bulutlu
ömrümün
en güneşli yılları…
bu
evde okudum yüzlerce binlerce kitabı, annem müjgan hocanımın birbirinden
lezzetli mozaik pastalarını, susamlı simitlerini bacaklarımı uzatıp yerken
sıcak yaz günlerinde veya sobalı kış akşamlarında…
bu
evde öğrendim tornavidanın, keserin, pensenin nasıl tutulacağını, delişmen zamanlarında evladının üstüne üstüne
gitmek yerine susarak daha iyi baba olunacağını , babam taşkın hocanın akıl
dolu çözümleri eşliğinde …
bu
evde yükselttim sesimi demokrasi dolusu, özgürlük dolusu…
bu
evde ağırladım arkadaşlarımı sevdiklerimi…
bu
evde küstüm sofralara…
ve
yine bu evde öğrendim küsülmeyeceğini sofralara ve nimete…
bu
evde tutturdum hemennn evleneceğim diye …
bu
evde kazandım en yüksek puanla üniversiteyi, aklına güvenen insanların tatlı
tembelliğiyle ve bu tembellik anlarımda bile kimseler bana ve kitaplarıma /
kasetlerime zinhar karışmazken…
bu
evde abi oldum kardeşimin kolundan tuta tuta
şiirler okurken, onun dertlerini dinlerken…
bu
evde yaptım en sert tartışmaları…
bu
evde attım en gür kahkahaları…
bu
evde öptüm bayram sabahları anne babamın elini…
bu
evden çıktım bayram namazlarına uykulu gözlerin huzuruyla…
bu
evde yedim en güzel tatlıları, yemekleri, sitemleri…
bu
eve geldi onlarca insan , çocuklarına akıl vermeyi öğrenmek için benim anne
babamdan…herkese yol gösteren bu iki insana en keskin cümleleri de yine ben kurdum kah haklı olarak , kah gençliğin toyluğuyla tan tun biçimde...
bu
evde astım buz gibi soğuklarda balkon mandallarıyla çamaşırları anneme kıyamadığım için…bu
evde doldurdum kömür kovalarını taşkın hocanın yükü azalsın diye hiç yüksünmeden gık demeden…
bu
evde çıtırdadı tatil sabahları sobanın üstündeki çaydanlık ve kızarmış ekmekler…bu evde içildi çaylar, ağular...bu evde atıldı ok gibi cümleler...
bu
evden uğurladık sevdiklerimi sevmediklerimi, bu evde ağırladık yine sevdiklerimi sevmediklerimi yıllar içinde…
bugün
yine şenlenmiş bu ev, çok yıllar öncesinin güzel öğrencileriyle…
24
kasım öğretmenler günü dolayısıyla düzenlenen etkinlikte elini öpmeye /
tokalaşmaya gitmiş öğrencileri ve susurluk ilçe eğitim yetkilileri anne babamın…
halen susurluk belediye başkanı olan hüseyin hızlıoğlu; bin yıl :) öncesinden öğretmeni olan annem müjgan hocanımın aynı saygı ve hürmetle öpmüş elini…öğrencisini de bütün öğrencilerine yıllardır yaptığı gibi yine aynı sevgiyle ve anne duygusuyla öpmüş müjgan hocanım da…
halen susurluk belediye başkanı olan hüseyin hızlıoğlu; bin yıl :) öncesinden öğretmeni olan annem müjgan hocanımın aynı saygı ve hürmetle öpmüş elini…öğrencisini de bütün öğrencilerine yıllardır yaptığı gibi yine aynı sevgiyle ve anne duygusuyla öpmüş müjgan hocanım da…
fotoğraftan
da görüldüğü gibi annem müjgan hocanım, mükemmel bir tonlama ve vurguyla
konuşurken yine ağzına baktırmış herkesi ve babam taşkın hoca 50 yıllık
karısına yine aynı dinginlik ve hürmetle bakarak dinlemiş olan biteni…
biz
hayatın daha zalim aktığı yılların evlatları olarak;
hayatla
daha çok çarpışmak zorunda kalan yorgun evlatlar olarak
bu
kadar dingin
bu
kadar sağduyulu
bu
kadar erdemli
bu
kadar ferasetli bakamadık...
belki
de , hem hayata hem insanlara…
büyük şehirlerin kara kuyularında
çok yorulduk…
şu
fotoğraflara bakarken bunları düşündüm bu gece..
bu
harfleri sıralarken bunları düşündüm bu gece…
bilirim ki ;
evladın anne babasından
razı olması mühim değildir…
mühim olan,
anne babanın evladından
/ evlatlarından razı olmasıdır…
dünyanın
zalimler için gittikçe daha aydınlık(!!!) bir yer olduğu şu rezil çağda ağzımı
doldura doldura gururla söylemekten onur duyarım ki ; zalimliği bencilliği soysuzluğu
hiç öğretmediler bize babam taşkın hocayla annem müjgan hocanım, ne bana ne
kardeşime…
mesleklerini
paraya tahvil etmediler…
öğretmenliği
meslek olarak yapmak yerine yaşam biçimi haline getirdiler…
ikisinin
de ellerinden yüzlerce hatta binlerce
öğrenci geçti
ve
onların birinden bile tek bir ters cümle duymadım
ne
beş yaşımda ne on yaşımda ne yirmi yaşımda
ne
de ellilerin kapısına geldiğim şu yaşımda…
bu,
az buz gurur değildir…
bu,
az buz onur değildir…
biliyorum
ki hayat sonlu bir şey…
biliyorum
ki
ömürleri uzun olsun
ömürleri uzun olsun
hayat
anne babam için de
biten bir şeydir…
biten bir şeydir…
ama
şunu da biliyorum ki ;
ister
emekli olsunlar, ister hep başımızda olsunlar, en fazla yirmi yıl sonra anne
babamın kuşağıyla birlikte öğretmenlikte de bir devir kapanacak…
o güzel öğretmenler
o güzel atlara binip gidecek…
o güzel atlara binip gidecek…
sevincim
tarifsizdir ki ben bu kuşağın en müstesna isimlerinin epeyi huzursuz ve zor beğenen evladı oldum...taşkın
hocayla müjgan hocanımın , burnunun
hep dikine giden erkek evladı olmanın onur madalyasını gönül yakamda hep taşıdım
hep taşıyacağım…
üzüntüm
tarifsizdir ki , vakti saati geldiğinde, öğretmen anne babamın kuşağıyla birlikte ülkemiz eğitim tarihinde de bir devir sonsuza dek
kapanacak…
bize
de evlat olarak, öğrenci olarak bu günlerin anısını yadetmek kalacak…
(
murat örem / 24 kasım 2015 / ankara…)