17
koca yıl geçmiş
aradan…
yine
bir 14
ekim’di…
1998'di....
1998'di....
yine
böyle güneşli bir ekim’di….
hastane
yollarındaydık sabahın alacasında….
beyaz
uno
60 s arabamızın içinde ;
hem
suskunluğun
hem
şaşkınlığın
hem
belirsizliğin
hem
de umudun
derin
kuyusundaydık…
yine
ameliyat zamanıydı…
yine
sezaryen zamanıydı…
umur
örsan , her şey yolunda giderse , 4 yaşında evin abisi
olacaktı…doğumdan
sonra bile adına hemen karar
veremediğimiz bebek gelecekti dünyaya…o bebeğin arda erhan örem olmasına birkaç
gün daha vardı…
o zamanlar, beyaz önlüklerden, tentürdiyot kokularından, tansiyon aletlerinden, en yakınlarımın girdiği eforlu testlerden bile işkillenen ve nabzı durduk yerde 140’a çıkan bir adam olarak ; ne zor ne ürkütücü ne kasvetli gelmişti ikinci evlat için de ameliyathane kapısında bir daha beklemek….!!!!
beklemek
değildi mesele…
kaybetme
ihtimaliydi…
gepgenç
anneye ayrı endişelenmek…
gelecek
evlada ayrı meraklanmak….
hayat
dediğin biraz da neydi ki..
annem müjgan
hocanımın kulakları çınlasın ; ömür törpüsü….ydü...
illa
ömür törpüsü…
ömür
törpüsünün şahı padişahı ; elinden bir
şey gelmeden hastane kapılarında, cezaevi kapılarında , diploma kapılarında,
gurbette el kapılarında beklemekti…
hastane
kapısı da bunların en başındaydı….
ömrümün gül yangınlarıydı…!!!
yangın yerinde orkidelerimdi...!!!
artık
sisli bir dağın ardında kalan karelerden en çok şu çakılmış zihnime; ekinoks
mirasçısı güneşin ışıl ışıl aydınlattığı ekim sabahında; sezaryen öncesi boynunu
yana hüzünle eğmiş, ayağındaki spor ayakkabılarını çıkarıp ameliyat galoşlarını
giymiş , bonesini takmış “ murat
ben artık doğuma/ameliyata gidiyorum…” diyen gepgenç bir "annenin &eşin" titrek
yüzü, sedyenin üzerinde….
içindeki kara bulutu, sisi bastırıp, kaygılarını maskelemek için yalandan kaşlarını çatan genç baba ve o babanın “ hadi canım, hadi canım, olan biteni melodrama(!) dönüştürmeden, boynunu yana eğmeden bir an önce gir de şu doğuma, bebeğinle çık artık ….” diyen metalik, donuk sesi….
yine
böyle bir 14 ekim’di…
yine
böyle güneşli bir ekim’di….
arda
erhan geldi dünyaya…
sapsarı
altın bir top olarak…
kibrit
çöpü kadar ince parmaklarını dünyaya uzatarak…
yumuk
gözleriyle etrafına bakarak…
gel
zaman git zaman
arda
erhan büyüdü, büyüdü…
sakal
traşı olduğu günlere geldi…
gitarı
çalmak bir yana, konuşturduğu günlere
geldi…
üniversite
sınavına hazırlanacak günlere geldi…
ulu
bir çınarın en kadim dallarından olduğu günlere geldi…
o
genç baba, baba olmadığı ve baba
olmayı pek de istemediği günlerde ağzını doldura doldura “böyle adaletsiz bir dünyaya evlat getirmek
akla ziyandır…” derdi,
şimşekleri üstüne çekeceğini bile bile…ben şimşek diyeyim de , siz onu nuh tufanı
anlayın ey okurlar…
o
genç baba yok artık…
var
da yok…
şairin
dediği gibi
“….yıldızlar
mı gençliğim mi daha uzak…”
diyen
bir baba o da …
oğulları
umur
örsan’ın
arda
erhan’ın
büyüdüğü
her yaşla birlikte
gönül
dolusu kıvanırken
iki
kapılı hanın
çıkış
kapısına adım adım yaklaştığını bilen de bir baba o…
ama
mutlu bir baba o…
çok
mutlu bir baba o…
yirmi
küsur yıldır, iç huzurunu dolu dolu yaşamış bir baba o…
hisse
senetlerinde değil hissi
senetlerde zengin bir baba o…
kapısından
girip çıktığı çatıya hangi yağmur yağarsa yağsın , yalnızca ve en çok evlatlarının hatırına , dünyanın en
güzel şiirlerini okuyup yazmış , en karşılıksız emeklerini vermiş bir baba o…
hiçbir
hesap yapmadan , çoğunluk denen rezilliğin terazisine, en güzel rövaşataları
atmış bir baba o…
en
gözü dönmüş, en sevdalı , en kahırlı, en
varlıklı en yokluklu hallerinde bile, umur örsan arda erhan bir yana , yedi ceddinizin alayı
taaa öte yana… demiş bir baba o…
evlatlarıyla
en büyük en unutulmaz muratları
yaşamış bir baba o…
o
babayı nereden mi biliyorum…?
kendisini
yakınen
:))) tanıyorum da ondan….
yaşadığım
her günle birlikte “ taşı kırmakta / dostu düşmandan ayırmakta…”
dibine
kadar ustalaştım da ondan :)
( murat örem / 14 ekim 2015 / ankara…)
- fotoğraflar / arda erhan örem - umur örsan örem - murat örem /2003-2004-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder