türkçemizin de en
karakteristik harflerinden biridir “ ö ”
insanlığın
en güzeli olan “ö”yküler onunla başlar…
insanlığın
en rezil hali “ö”dleklik onunla başlar…
az
konuşur “ ö ” harfi ama tam kitabın
ortasından konuşur…
çok
konuşan !!! bir adam olarak ben, hem türkçemizi hem de tam
kitabın ortasından konuşan “ö” harfini pek severim…
“örem” diye ö ve m harflerinin
üstüne basa basa söylediğim soyadımı da çok severim…
zaten ben
genel olarak “ö”vünmek gibi olmasın(!!!) ama kendimle ilgili çok şeyi onlarca yıldır
çok emek verdiğim için çok sevmiş bir adamımdır…
çocuklarımı
çok severim çünkü çok emek vermişizdir karşılıklı…
işimi
çok severim çünkü ömrüm harflerin arasında geçmiştir emekle…
ülkemi
çok severim çünkü bir dağın başındaki tek bir çiğdemin yeşerdiği toprak
parçasının bile ne emeklerle ayakta kaldığını bilip öğrenmişimdir…
her fırsatta
ilk uçağa atlayıp sınır dışına bir yerlere gitmektense karadenizin,
akdenizin uçurumlu yollarında , egenin iç
anadolunun sarı sıcaklarında sürmüşümdür
yıllardır emektar uno'mu, siena'mı,
alfa’mı…ve durduğum her pınar
başında gökyüzüne bakmışımdır hayranlıkla, sorumlulukla …
kendini
ve etrafını seven insanlara, kendiyle barışık insanlara bizim gibi onlarca yıldır kültürel
patinaj yapan düşünce tembeli toplumlarda narsist damgası vurmak, megolaman etiketi yapıştırmak kara cahilliktendir….
hiç
takılmayın o pervasızlıklara da….
ama
kendinizi sevmekle kibirli olmak
arasındaki sınırı da hep yoklayın kendinizde…övünmek iyidir yeri ve
zamanı geldiğinde, eleştirmek en büyük dosttur ama içi doldurulmamış kibir, rezil bir şeydir….
laf
aramızda , insan, 50 yaşına ramak kalınca kara cahillere de en kibarından “çektirgit” demeyi de
öğreniyor ...
bir
de ö harfini çok sevdiğim için mi
çok sevdim soyadımı, yoksa soyadımı çok sevdiğim için mi başka göründü gözüme “ö” harfi yıllar içinde bilmiyorum….
ayrıca
onlarca yıldır hele resmi yazışmalarda
ören olmak zorunda kalan soyadımı “örem” diye vurgulamak için harcadığım enerjiyi
çocuklarım da iyi bilirler çünkü onlar da yaşamıştır bu tatlı kabusu en az
onlarca kez….
bir gün size dedem selahi örem’den öğrendiğim
soyadımızın ironik biçimde ilk alınma hikayesini de anlatırım yeri gelirse….
sözün
başına geri dönelim ;
türkçemizin de en
karakteristik harflerinden biridir “
ö ”
insanlığın
en güzeli olan “ö”yküler onunla başlar…
insanlığın
en rezil hali “ö”dleklik onunla başlar…
az
konuşur “ ö ” harfi ama tam kitabın
ortasından konuşur…
ve
türkçede en hakiki kelimelerden biridir benim için “ölüm”
ölüm
kelimesinde de en başta imzası vardır “ ö ”
harfinin…
ölüm
, 20. / 21. yüzyılın şu arsız tüketim furyasında hepimize
unutturulmak istenen bir gerçektir…ölmeyecekmiş gibi tüketmesi istenir bütün
insanların…çünkü vahşi kapitalizm insana mezarını bile arsızca pazarlamanın bir
başka adıdır…
ve
ne gariptir ki, şuursuz tüketime en meyyal toplumlar , felsefesinin amentüsüne “israf etmeyiniz…”
cümlesini koyan islam dininin toplumlarıdır çoğunlukla….allı güllü evler ,
arabalar, giysiler , doymamış doyurulamamış nefislerin harcadıkları paralar
islam dininin her ilkesiyle kocaman kocaman çelişir…
aslında ölümlü olduğunu
bilmek haddini de bilmenin anahtarıdır görmek isteyenlere…ve haddini bilen
insanlar / toplumlar ürettiklerinin üstünde tüketmeyi kendilerine ar ederler…
ve
ölüm emek verilmiş bir gerçektir vakitli sıralı olursa….
ölüm,
insana insan olmasını hatırlatan tek
gerçektir…
hayatı
anlamlı kılan tek gerçektir ölüm…
bu
yüzden demiştir sokrates şu ölümsüz cümlesini ;
“
bütün insanların bir gün ölmesi korkunç bir şey…
ama daha korkuncu da olabilirdi ;
ya bu insanların hiçbiri ölmeseydi ...”
ölümden
korkmayın dostlarım…
öldüğünüzü
bilmeden zombi gibi yaşamaktan korkun…
ve
sırasız genç ölümlerinden çok korkun…
ölümlü
olduğunu bilmek insana vicdanını hatırlatır…
ölümlü
olduğunu bilmek insana eşyaya tapmamayı hatırlatır…
ölümlü
olduğunu bilmek yaradan karşısında aciz olduğunu hatırlatır…
ve
bunların hepsi dini açıdan da , felsefi açıdan da , ahlaki açıdan da nefsi
terbiye edici güzelliklerdendir…
vakitli sıralı gelen ölüm,
güzel bir öğretmendir…
emek verilerek yaşanan hayat ;
en güzel öğretmendir…
bu
güzel ülkenin neresinde vakitsiz sırasız bir ölüm olursa hepimizin ciğerinin
yandığını bilin dostlarım…
yanan
ciğerlerin sönmesi söndürülmesi inanın ki köz olmuş ormanların yeşertilmesinden
bile güçtür dostlarım…
şu
yukarıdaki fotoğrafa da bir daha bakın dostlarım…
yüzlerce
yıllık binanın duvarından bile fışkıran hayatın gücüne iyi kulak vererek bakın...
(
murat örem / 21 temmuz 2015 / kastamonu/ankara…)
- fotoğraf / arda erhan örem / tarihi sinop cezaevi duvarı / temmuz 2015-
feridun düzağaç / kül....
Günaydın,
YanıtlaSilİlk fırsatta uçağa atlayıp başka memleketleri gezmek yerine, Karadeniz'in kıvrıla kıvrıla giden yollarında, Toroslar'ın güneşinde gezen adam. Nasılsın iyi misin diye merak ediyordum ki yazını okudum sabah ve iyi olduğuna karar verdim. Kafası net, arkadaşımın görüşü berrak, bu iyiliğin belirtisi:)
İki gündür yaşanan olayın dehşeti bir yana, yapılan saçma sapan yorumlardan sonra ilaç gibi geldi yazın..İnsan olduğumuzu hatırlatmışsın umarım okuyanlar da hatırlar bir şeyler kalır akıllarında..Benim aklıma da hemen Erasmus'un sözü geldi "İnsan insan olarak doğmaz, insan haline gelir". Ne kadar zor, meşakkatli bir yolculuk insan olmak ve insan kalmak orada da Nietzche'yi sevgiyle anmamak olmaz"Uçuruma çok fazla bakarsan uçurum da sana bakar" der. Kötülükle çok karşılaşan insanın kötü olma ihtimalinden söz eder, farkında olmadan kötülüğe kaymasından..Hele içinde bulunduğumuz zamanlarda bu çok daha önemli.Ama herşeye rağmen insan olmaya, insan kalmaya çalışanlar var çok şükür..Körü körüne birinin ya da bir düşüncenin peşinden gitmek yerine herşeyin sağlamasını yapmaya akıl ve vicdanını pusula yapmaya çalışanlar. İşte onlar sayesinde de birşeyler değişecek bu güzelim ülkede, acılar tümüyle sona ermese de azalacak, neşe ve mutluluk çoğalacak.Sen yazmaya, ben program yapmaya devam.
Günün çok güzel geçsin.
Saygı ve özlemle
Ayşe