*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

23 Ocak 2020 Perşembe

UĞUR MUMCU, 19 yaşındaki murat örem'e soruyor; "korsan kitap mı imzalatacaktın bana ?" yıl 1987. anlatıyorum sakince:)) yılların gazetecisine...

                                      1987 / uğur mumcu imzalı kitabım

taaaa 1987 mayıs'ı...
üzerinden neredeyse asırlar :)) geçmiş...


nasıl güzel bir bahar günü...
istanbul harbiye şehir tiyatrosu 
muhsin ertuğrul sahnesindeyiz...

gençlik günleri haftası var...

gencay gürünlü şehir tiyatroları, 
şaşırtıcı zenginlik ve içerikte 
kültür sanat adımlarına devam ediyor...

yıl 1987....

gepgenç kızlar erkekler...
en çok üniversiteliler
bütün gün hatta bütün hafta süren
sanat etkinliklerinde 
harbiye muhsin ertuğrul sahnesini
kültür sanat bahçesine çevirmiş...

muhsin ertuğrul sahnesinin 
dış kapısının hemen önüne
rengarenk armut koltuklar, 
kocaman bez minderler konmuş...
herkes sırayla , ahenkle oturuyor...

bir köşede de çay ocağı var...
çaylar kahveler sembolik bedelle satılıyor
öğrenciler için...


öyle kapalı alan yarı kapalı alan falan filan 
daha kimseler bilmediği için 
sigaralar da yanıyor içerde dışarda  keyifle....

bir de herkesin elinde 
gazeteler dergiler broşürler var tomar tomar 

harıl harıl okuyor
gülüyor şakalaşıyor insanlar
armut koltukların üzerinde
sevgililerinin elini tutup 
çaylar kahveler içerken 
bir sonraki etkinliği bekliyor
en çok da üniversiteliler....


ben de,  onlardanım...

kıdemli bir üniversiteliyim artık...
neredeyse 3 yıldır istanbuldayım...
ama istanbullu olmaya hiç niyetim yok...


harbiye muhsin ertuğrul sahnesinin önünde 
tanıdık simalar görüyorum her gittiğim etkinlikte...
kiminle selamlaşıp yürüyorum
kimiyle ayaküstü sigara içiyorum...
kiminin boş lafına tahammülüm olmadığı için
görüyor da görmüyorum....

iki lokma yiyip 
bir etkinlikten bir başka etkinliğe 
koşuyorum...

bir köşede selim ileri konuşuyor sakin sakin,
afife jale filminin senaryosuna dair...
kuzgun acar'ı anıyor sevgi ve hüzünle...

bir başka köşede 
türk karikatür tarihinin 
en aykırı kafalarından kemal aratan duruyor...
hani , şu , açlıktan kendi dilini tavaya koyup da
kızartma yapan adam karikatürünü düşünen
hakkıyla yorucu bir zihin kemal aratan...

 
bir başka etkinlikte 
gökhan dabak , kurdukları müzik grubunu 
anlatmaya çalışırken kopuk kopuk cümlelerle
bir türlü anlatamıyor....

bir gün, olanca naifliğiyle murathan mungan 
konuşuyor tane tane gençlerle bir avluda söyleşir gibi...

1985 yılında şehir tiyatrolarında sahnelenen 
taziye isimli çok çarpıcı oyunuyla 
yeni türkü'ye yazdığı şarkı sözleriyle 
ortalığı hallaç pamuğu gibi attığı dönemler
murathan mungan'ın...


ve bir gün.....
bir öğle sonrasında
çok çok çok daha kalabalık
harbiye muhsin ertuğrul sahnesi....

herkes ama herkes pür dikkat 
konuşma saatini bekliyor...
birazdan başka ,  bambaşka bir konuk gelecek 
elindeki kitabı sakince masaya koyup
saatlerce anlatacak 
anlatacak 
anlatacak ...

epeyi de  üstten bakacak,  anlatırken...
sarkastik,  hatta alaycı da konuşacak...
ama nasıl anlatırsa anlatsın yakışacak bu tarz da ona...
zaten bu alaycı diline yazılarından da  aşina 
konuşmasını dinlemek için, merakla onu bekleyenler....

 
bildiğini çok iyi bilen 
çok iyi araştıran 
yazılarında da 
çok iyi anlatan 
bir gazeteci o....
UĞUR MUMCU o....

ülkenin üzerinden
rezil 12 eylül 1980 darbesi geçerken
kendine gazeteci diyenlerin 
neredeyse tümü bukalemunlaşırken
kendi çizgisinde 
dik durmuş 
dimdik bir gazeteci o...

UĞUR  MUMCU o...


aradan 6 yıl bile geçmeden 
bir kalleş bombayla paramparça edilecek
kıymetli gazeteciyle 
yolun başındaki gepgenç bir öğrenci  olarak 
ve iki üç yıl sonra genç bir yayıncı halimle 
kaç kez daha karşılaşacağımı 
bilmiyordum elbette o gün...
ama tahmin ediyordum... 


o gün uzun uzun anlattı UĞUR MUMCU....
hepimiz pürdikkat dinledik...
biz, gepgenç insanlardık...

o, kocaman bir adamdı

emek emek 
yürek yürek 
hakiki bir gazeteciydi karşımızdaki...

şimdi bakıyorum da
benim şu yaşımdan 
neredeyse 10 yaş gençmiş
o zamanki uğur mumcu....

konuşma sürerken, 
bir ara şehir tiyatrolarının tam üzerinden
pata pata helikopterler geçerken 
tüm zamanların en ünlü
uyuşturucu kaçakçısının adını zikredip
bilmemkim ve saz arkadaşları mı bunlar 
bizi mi alıp götürecekler :)))
diye espri de yapıyor uğur mumcu...

söyleşinin sonunda 
zaten çok yakından 
kendisini dinlemiş olmanın da avantajıyla
hemen yanına gidiyorum uğur mumcu'nun...


elimdeki kitabı evirip çeviriyorum imzalatmak için...
yanımda bin yıllık dostum hüseyin de var...
beraber mi gittik söyleşiye
orada mı karşılaştık hatırlamıyorum...
ama uğur mumcu'nun yanına birlikte gittiğimiz 
bugün bile o kadar berrak ki zihnimde....

külyutmaz bir gazeteci uğur mumcu...
bir yanı çok iyi bir hukukçu çünkü...
imzalatmak için uzattığım kitabın kapağına bakıyor
kendi ismini göremiyor...
kendi ismini göremediği gibi 
bir başka isim de göremiyor....

çünkü taaa lise yıllarımdan tamir ettiğim 
çok eski baskılı bir şiir antolojisi elimdeki kitap..
ilhami soysal'ın derlediği 
20. YY Türk Şiir Antolojisi....

kapağını da tamir ettiğim için 
elimle yazmışım kitabın adını
"bana korsan kitap mı imzalatacaktın yahu :)))" 
diye hemen soruyor uğur mumcu...


anlatıyorum bir çırpıda olan biteni...
hızla karıştırıp kitabın sayfalarını
ancak o zaman  ikna oluyor uğur mumcu...
bir de üzerine ilhami abiyi severim cümlesini kuruyor...
hüseyin'le birbirimize bakıyoruz genç genç...

elindeki tükenmez kalemle
lisedeyken tamir ettiğim 
ve 1970 küsur tarihli kitabı açıp 
ilk sayfasına atıyor imzasını uğur mumcu...

teşekkür edip alıyorum kitabımı...
imzasının hemen yanına uğur mumcu adını yazıyorum...
günün tarihini de ekliyorum,  bastıra bastıra....
yazının başındaki imzalı fotoğraf 
o imzanın fotoğrafı  işte...

kolumuzun altına sıkıştırdığımız
kitaplar gazeteler ve broşürlerle
çıkıyoruz harbiye şehir tiyatrosundan...
mis gibi ıhlamur kokularını içimize çeke çeke 
yürüyoruz hüseyinle....

ben istanbul radyosu'ndan tam sağa dönüp
şişli'ye doğru yürüye yürüye 
ergenokon caddesindeki feriköy yurduna gideceğim...
belki de aktör erhan DİLLİGİL dayımın leventteki evine...
hüseyin'in yolu daha çetrefilli ve uzun...
o belki bayazıt'a üniversiteye gidecek
belki de AÖS'e....

aradan geçen yıllarda 
birkaç kez daha karşılaşacağız uğur mumcu'yla...
o, mesleğinin çok parlak bir ismi
ben tıfıl bir yayıncı adayımım daha...

ve o  güzel bahar gününden bir kaç yıl sonra
takvim 24 ocak 1993'ü gösterdiğinde
memleketin her yerine düşen
bir bomba patlayacak karlı sokak'ta....

ankara'daki genç evli evimizde 
babam taşkın hocamı annem müjgan hocanımı da 
ağırladığımız o  pazar gününde 
spiker dayak yemiş bir sesle okuyacak TV'de...
" gazeteci yazar uğur mumcu 
ankara'da evinin önünde 
yaşadığı bombalı saldırıda 
hayatını kaybetti...."


donup kalacağız televizyonun başında....
ne yazmıştı adeta vasiyet gibi cümlelerinde 
taa yıllar öncesinden uğur mumcu

" vurulduk ey halkım....
unutma bizi...."

ve ne demişti süleyman demirel 
1991 koalisyon görüşmelerinde
muhtemel koalisyon ortağı erdal inönü'ye,
şimdi yaşam mücadelesi veren
karikatürist haslet soyöz'ün çizgilerinde 
"halkın günlük tepkilerini  umursama
halk dünyanın her yerinde 
daima günübirlik yaşar
ortak....!"

hadi;  yazının sonunda son bir soru,
peki , kim,  daha iyi tanıyormuş halkı...?

öyle işte....
          ( murat örem / 23 ocak 2020 / ankara )




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder