nasıl sıcak bir temmuz günü...otel
kervansaray'ın berberinde traş sıramı
bekliyorum…bilenler bilir, artık yerinde yeller esse de otel kervansaray balıkesir'in güzelim simge yapılarındandı ve eski garajla tarihi istasyonunun burnunun dibindeydi...berberde beklerken elimde tuğla gibi aziz nesin kitapları var...10 yaşında bile
değilim...her karne döneminde aldığım yıldızlı pekiyilerin ödülü aslında bu kitaplar…alın terimin özeti şöyle....
1970'lerin başında, o zamanlar da memleketin güzel şehirlerinden olan balıkesir'in
derli toplu ilk çocuk mağazası olarak açılan ÖREM BEBE'nin sahibi, nur içinde yatası dedem selahi örem her karne döneminde en büyük
kağıt banknotla ödüllendirirdi beni de,
yıllarca bütün torunlarına yaptığı gibi…ben de hemen kitaba yatırırdım dedemden
aldığım sermayeyi :) akıl/sız/lık işte :) yıllar boyu, yarım asırlık ömrümde kendi kazandığım hatırlı paraları da o kadar çok
kitaba yatırdım ki, her ev taşınmasında
koli koli istiflenen kitapları taşımak da taşıtmak da kahır oldu daima…akıllanmadım yani…hatta bir
taşınmada nakliye şirketinin çalışanı şunu bile dedi bana gözlerime gözlerime bakarak; “ abi bu ceset gibi
kitap kolileri yerine 50 tane buzdolabı taşısam inan bu kadar ağrıma gitmezdi…”
güldüm geçtim ben de ….ne deseydim...ah benim güzel kardeşim insanlar ölür buzdolapları çürür ama kitaplar kalır deseydim , muhtemelen ona davulcu yellenmesi gibi gelecekti ve yapacağı işi bile sündürecekti...ah benim memleketim...ah benim sevgili halkım....
temmuz sıcağındaki hikayeye döneceğiz ama şunu da ekleyeyim….dedem PTT müdürü olarak emekli olmuş ve saat gibi çalışkan bir adam olarak hemen ÖREM BEBE'yi açmıştı...öncelikli derdi hiçbir zaman para olmadı selahi dedemin...üreten bir insandı...üretene saygı duyan insandı..bir azim ve kararlılık abidesi olarak yaşadı selahi dedem, son gününe kadar....hala hatırlarım örem bebe açılmadan önce torba torba giysiler eve yığıldı...dedemlerin evi o zamanlar balıkesir'in en güzel yerlerinden olan 52 evlerdeydi...ve bugün bile hala 52 evlerin önünden geçerken burnumun direği sızlar...evin içindeki o tatlı dağınıklıkta babaannem de bir şaşkınlık yaşıyordu...biz çocuklara her şey oyundu zaten...aradan 40 yıldan fazla geçse de, yaşananların hepsi kare kare gözümün önünde....
işte böylesi günlerde açılan ÖREM BEBE balıkesirin tarihi istasyonundan yukarı çıkan milli kuvvetler
caddesinin hemen solundaydı...muhtemelen hala faaliyetine devam eden askeri gazinonun 50 metre yukarısında...örem bebe'nin çapraz karşısında da 1970'lerde balıkesirin en
büyük gazete ve kitap bayii vardı... emin amcanın dükkanıydı
orası...balıkesirliler biraz sert mizaçlı olduğu için deli emin de diyorlardı emin amcaya ama ben severdim onu...o da beni severdi....oğulları ve kızları da vardı emin amcanın....dedemden her seferinde aldığım banknotlarla oraya her gittiğimde kitaplara
kalemlere saatlerce bakmama izin verirdi dükkanda kim olursa...işte emin amcadan aldığım kitaplarla
kervansaray otelin altındaki lüks(!) berberde 9 yaşın çocukluğuyla traş sıramı
beklerken, sehpada duran MİLLİYET gazetesi çarptı gözüme...çocukluğumun milliyet'i ne kadar dolu dolu bir gazeteydi...basında güven yazardı gazetenin başında...ve hakikaten basında güvendi milliyet....çünkü başında ABDİ İPEKÇİ vardı...içinde milliyet isminin olduğu her şey kalite ve emek demekti...
eve de alınıyordu MİLLİYET...ama o günkü gazeteyi
orada görüyordum ve 1977 temmuzunda o manşet çakılıyordu zihnime ;
"ŞÜKRÜ GÜLESİNİ
GÖZYAŞLARI ARASINDA
TOPRAĞA VERDİK !!! "
hepsi iliklerine kadar BEŞİKTAŞLI
olan babam taşkın hocadan, dedemden, amcalarımdan o kadar çok dinlemiştim ki
ŞÜKRÜ GÜLESİN'i ve onun meşhur KORNER GOLLERİNİ...kendine özgü
samimiyetini...italya yıllarını... gazetedeki haberi görünce aileden biri ölmüş
gibi donup kalıverdim...alnımdan sırtımdan sıcak terler aktı kervansaray
otelde traş sıramı beklerken.... içim karardı 9 yaşın çocukluğunda...berbere amca ben
sonra geleyim traşa deyip çıktım kervansaray otelin altındaki
berberden...yüzüme güneşli bir temmuz rüzgarı dokundu....nasıl
üzgünüm....dedemin dükkanı 5 dakikalık mesafede bile değil...yürürken yürürken
şimdi şükrü gülesin öldü mü yani ? dedim cıklayarak....
anne ve baba tarafımdan büyük ve kalabalık ailemden
daha hiç kimseler ölmemişti...ben 9 yaşımdaydım....ölümün nasıl olduğunu
bilmiyordum...en yakınlarının ölümünün nasıl olduğunu hiç bilmiyordum....dedelerim
sağ ve dipdinçti...babaannem , anneannem amcalarım dayılarım teyzem eniştem hepsi
o kadar genç ve sağlıklıydı ki...anne babam kardeşim zaten her an yanıbaşımdaydı...
yıllar geçtikçe o kadar çok ölüm gördüm ki...o kadar çok...ne dedelerim kaldı, ne amcalarım....ne babaannem ne anneannem...ne büyük halam...ne erhan dayım...ne eniştem...ne çocuklarımın annesinin babası annesi....uzak akrabalarım....yazarlar çizerler düşünürler edebiyatçılar sanatçılar...bu usturuplu okur yazar takımının önemli bir kısmı arkadaşımdı...çok yakınımdı bazıları...yıllar içinde hepsini usul usul bıraktım/k geldikleri yere...
en
son 2017'nin pis bir şubat gününde, babam taşkın hocayı bıraktık, eski
güzelliğinden artık eser kalmayan susurluk'un, hala tartışmasız en
güzel ve en huzurlu yeri olan susurluk kabristanına....
kapattım bir büyük parantezi daha,
gönül hanemde saklayarak !!!
gönül hanemde saklayarak !!!
her ölümle ben de biraz daha büyüdüm...
her ölümle ben de biraz daha eksildim...
her ölümle ben de biraz daha nasırlaştım...
şimdi geriye dönüp bakıyorum da sanki
ailemden ilk ölüm gibi geliyor bana BEŞİKTAŞLI ŞÜKRÜ GÜLESİN'in 55 yaşındaki sonsuz
yolculuğu....şükrü gülesin"in ölüm haberini artık yerinde yeller esen balıkesir kervansaray otel'in berberinde milliyet gazetesinden okuduğumda 9 yaşındaydım...
bugün 50 yaşıma geldim....ve onca yaşanmışlıkla, benim güzel ölülerimin anılarıyla yürüyorum günışığıyla ...
ve biliyorum ki
"insan sunulmuş bir armağandır hayata
ve hayat sunulmuş bir armağandır insana...."
ve biliyorum ki
"insan sunulmuş bir armağandır hayata
ve hayat sunulmuş bir armağandır insana...."
öyle işte....
Her yaz Ayvalık'a giderken önünden geçerdik Kervansaray Otelinin.Sanırım önünde palmiye ağaçları vardı.Eşim Balıkesir'e geldiğinde orada kaldığını her geçişinde anlatırdı.Sonra bir yaz geçerken baktık ki yıkılmış.Üzülmüştük.Meydan eski havasını yitirmişti.Ama dediğiniz gibi insanlar göçüp gidiyor, anılara da pek değer veren kalmadı.
YanıtlaSilsayın mehtAp
Silne içten ve hüzünlü bir yorum yapmışsınız...
evet palmiyeler vardı...
aslında yalnızca kentlerin ve anıların ölümsüz olduğunu toplum olarak idrak ettiğimizde hepimiz daha iyi olacağız...
size ve eşinize iyilikler diliyorum...
selamlarımla....
murat....
Hayat ne kadar güzel bir hediye yaşanmasını bilene, doya doya ve gönlünce yaşayabilene
YanıtlaSilEllerine kalemine sağlık sevgili Murat. ��❤️��
namıkçım kıymetli dostum;
Silvarol sevgili dostum...
selamlarım ve sevgimle tüm demirkanlara...
murat...