aşağıdaki yazıyı alttaki müziği açarak okuyunuz....
büyük sözü dinleyiniz... ya da küçük sözü :)) dinleyiniz....
elim telefona gidiyor gayri ihtiyari...
sonra birden aklıma geliyor yırtarak zihnimi;
"benim babam öldü..."
diyorum...
"benim babam öldü..."
burada durmuyor içimdeki ses...
ikinci tekil şahsa dönüp,
bir de puşt gibi canımı acıtıyor
"senin baban öldü , murat..."
diyor...
senin baban öldü...
senin de baban öldü..
senin baban da öldü....
iki harf eklediğinde başka oluyor her şey...
senin de baban öldü deyince
biliyorsunuz ki milyonlarca insana benziyor haliniz...
senin baban da öldü...deyince
ölenlerin yanına, baban da eklendi artık anlamı çıkıyor....
"biliyoruz ulan
babamın öldüğünü,
....tir ol git..."
demek geliyor içimden, içimdeki realist ikinci sese...
alt dudağımı dişimle ısırırken buluyorum kendimi...
ama numarası duruyor işte...
babam ölse silerdim diyorum bir başka sesimle...
silmezdin numarasını...hangi numarayı sildin ki...
diyor ikinci ses, yine pis pis acıtarak sırıtarak...
hem annen artık iki telefonlu diye hatırlatıyor bir de...
doğru ya diyorum, annem artık babam da benim...
o zaman babamın numarası elbette annemde olacak...
belki ben de artık annemin evladının daha ötesindeyim...
babam yok artık...anne evinin de babası olmak var...
bunlar geçiyor ışık hızıyla zihnimden...
amma gelenekçisin derken buluyorum kendimi...
oysa ömrüm geleneklere çakmakla geçmiş...
oysa annemin , hepimizden güçlü olduğunu
gözlemekle geçmiş yarım asırlık ömrüm...
öyle evlat evin babası artık...falanlara
hiç prim vermez....bilirim...
babamın öldüğünü bile kabullene
yine de alırsam telefonu elime görüyorum ki numaranın tam karşısında
taşkın hocanın kırmızı tişörtlü fotoğrafı duruyor...
ben çekmiştim bir yaz günü , denizde...
ayaklarımı balkonun küpeştesine uzatmışken
doğum günü hediyesi olan eski telefonumla...
kıyıp da uzun süre atamadığım
yolumu nice sonra ayırdığım telefonumla çekmiştim...
pos beyaz bıyıklarıyla
sıcaktan bunalmış bakıyor
babam taşkın hoca...
o kadar belli ki...şimdi şimdi anlamlandırıyorum...
son yıllarda yüzüne oturan sıkılmış ifade var burada da...
bıkmış bir hali var bu hayattan...
yine başa dönüyor zihnim....
sen yıllardır, kimin numarasını sildin ki
ölünce bile kimin numarasını sildin ki
kaldı ki babanın numarasını silecektin ...
diye tırmalıyor içimdeki bir başka ses beni...
30 yıldır , gece gündüz 30 bin insana ulaşmışım...
eski başbakanlardan, müzik insanlarına
yazar çizer taifesinden futbolculara kadar...
hepsinin her numarası hala duruyor defterlerde....
kaç telefon defteri eskitmişim...
3 mü...5 mi...10 mu...
kaç yayın detayı saklamışım yıllar boyu...
100 mü 200 mü 300 mü...
bin mi .....3 bin mi ....
sayıların dili bile karışıyor artık zihnimde...
ama bazı numaraların karşısındaki isimler aklımda...
hep aklımda...
* / bir telefon defterini açınca güniz sokak çıkıyor karşıma...
425 ...diye başlayan numarayı çevirsem...
kim çıkar artık karşıma...gittiğimde yanına
hacı arif bey'den bardak lahmacun siparişi verilir mi
islamköylü babayla beraber yenilmesi için...
* / hala telefonumda kayıtlı numarayı çevirsem
o davudi sesiyle "kurthan fişek hoca..."
ağzında akide şekeri var gibi açar mı telefonu...
"evlat....ne diyorsun bu işlere..." deyip
kontr soruyla başlar mı muhabbet....
* / "muratçım naber..." der mi
bam telinin yolcusu / talibi...telefonu açtığımda....
bu sefer artık kesin içeceğiz soğuk biraları...
cümlesini kurduğunda bana,
ikimiz de güler miyiz tembelliğimize...
* / mesela, sıcak bir temmuz akşamında arasam
"aloooo..." derken gıcıklanan boğazını temizler mi
kim olduğunu yalnızca bazılarımızın bildiği
berbat süleyman'ın büyükbabası....
* / rıdvan hocamı bağlar mısınız
bilir beni, murat ben desem sekreterine
saniyeler içinde "şekerim buyur, yayın mı var..."
diye en kibar sesiyle selamlar mı beni rıdvan ege hoca...
daha böyle onlarca yüzlerce numara bana bakıyor...
kah sararmış telefon defterlerinde...kah telefonumda....
harfler ve numaralar birbirine karışıyor....
ne diyordu mehmet müfit
o muhteşemkerehüzünlü şiirinin sonunda ;
"....annem , annem
tüm kapıları
çivilemek geliyor içimden..."
ne diyor koca yunus ;
"var git biraz da sen oyalan...."
*/ başlıktaki dizelerin hikayesi , meraklısı için....
onu tanıdım...beni tanıdı...günler geçti...haftalar...aylar...
konuştuk dereden tepeden...yazdık çizdik...çizdik bozduk...
küstük didiştik...didiştik güldük...görmedik cemalini birbirimizin....
ama gördük daha ötesini...sevdik de birbirimizi, halimizi tavrımızı....
sevdik zarfın içindeki mazrufumuzu....sevdik yarına dair umudumuzu.....
bir gün pat diye söyledi ;"ne güzelmiş çocukların...."
saniye sektirmeden cevap verdim ;
biten bir yazın meyvesi onlar
çürümüş bir ağacın ömürlük kirazları *( murat örem / 13 temmuz 2017 / ankara....)
*****
😥😥😥 dönülmez akşamın ufkundayız be Murat’ ım. O akşamlar geldiğinde, hatırlayanlar yaşatacak sessiz gemiye binenleri. Hayırlayan kalmadığında hiç yaşamamış olacağız. Hiç bir izimiz, sedamız kalmamış olacak bu gök kubbede. 😥
YanıtlaSilsevgili dostum ; yine koca yunus'ta bulalım dermanımızı; "yalancı dünyaya konan göçenler / ne söylerler ne bir haber verirler...." selamlar biraderim...
SilSevgili dostum...
YanıtlaSilBoğazım düğümlendi,
bir yudum su içsem geçer mi?
Ya da en iyisi...
Bunun ilacı gökyüzündedir...
Baba...
Ne kadar ihtişamlı bir kelime...
Sen de baba oldun...
Sen baba da oldun...
Sevgilerimle...
:(((
Silselam sevgi saygımla...
aziz dostum.....