taaaa 1987 mayıs'ı...
üzerinden neredeyse asırlar :)) geçmiş...
nasıl güzel bir bahar günü...
istanbul harbiye şehir tiyatrosu
muhsin ertuğrul sahnesindeyiz...
gençlik günleri haftası var...
gencay gürünlü şehir tiyatroları,
şaşırtıcı zenginlik ve içerikte
kültür sanat adımlarına devam ediyor...
yıl 1987....
gepgenç kızlar erkekler...
en çok üniversiteliler
bütün gün hatta bütün hafta süren
sanat etkinliklerinde
harbiye muhsin ertuğrul sahnesini
kültür sanat bahçesine çevirmiş...
muhsin ertuğrul sahnesinin
dış kapısının hemen önüne
rengarenk armut koltuklar,
kocaman bez minderler konmuş...
herkes sırayla , ahenkle oturuyor...
bir köşede de çay ocağı var...
çaylar kahveler sembolik bedelle satılıyor
öğrenciler için...
öyle kapalı alan yarı kapalı alan falan filan
daha kimseler bilmediği için
sigaralar da yanıyor içerde dışarda keyifle....
bir de herkesin elinde
gazeteler dergiler broşürler var tomar tomar
harıl harıl okuyor
gülüyor şakalaşıyor insanlar
armut koltukların üzerinde
sevgililerinin elini tutup
çaylar kahveler içerken
bir sonraki etkinliği bekliyor
en çok da üniversiteliler....
ben de, onlardanım...
kıdemli bir üniversiteliyim artık...
neredeyse 3 yıldır istanbuldayım...
ama istanbullu olmaya hiç niyetim yok...
harbiye muhsin ertuğrul sahnesinin önünde
tanıdık simalar görüyorum her gittiğim etkinlikte...
kiminle selamlaşıp yürüyorum
kimiyle ayaküstü sigara içiyorum...
kiminin boş lafına tahammülüm olmadığı için
görüyor da görmüyorum....
iki lokma yiyip
bir etkinlikten bir başka etkinliğe
koşuyorum...
bir köşede selim ileri konuşuyor sakin sakin,
afife jale filminin senaryosuna dair...
kuzgun acar'ı anıyor sevgi ve hüzünle...
bir başka köşede
türk karikatür tarihinin
en aykırı kafalarından kemal aratan duruyor...
hani , şu , açlıktan kendi dilini tavaya koyup da
kızartma yapan adam karikatürünü düşünen
hakkıyla yorucu bir zihin kemal aratan...
bir başka etkinlikte
gökhan dabak , kurdukları müzik grubunu
anlatmaya çalışırken kopuk kopuk cümlelerle
bir türlü anlatamıyor....
bir gün, olanca naifliğiyle murathan mungan
konuşuyor tane tane gençlerle bir avluda söyleşir gibi...
1985 yılında şehir tiyatrolarında sahnelenen
taziye isimli çok çarpıcı oyunuyla
yeni türkü'ye yazdığı şarkı sözleriyle
ortalığı hallaç pamuğu gibi attığı dönemler
murathan mungan'ın...
ve bir gün.....
bir öğle sonrasında
çok çok çok daha kalabalık
harbiye muhsin ertuğrul sahnesi....
herkes ama herkes pür dikkat
konuşma saatini bekliyor...
birazdan başka , bambaşka bir konuk gelecek
elindeki kitabı sakince masaya koyup
saatlerce anlatacak
anlatacak
anlatacak ...
epeyi de üstten bakacak, anlatırken...
sarkastik, hatta alaycı da konuşacak...
ama nasıl anlatırsa anlatsın yakışacak bu tarz da ona...
zaten bu alaycı diline yazılarından da aşina
konuşmasını dinlemek için, merakla onu bekleyenler....
bildiğini çok iyi bilen
çok iyi araştıran
yazılarında da
çok iyi anlatan
bir gazeteci o....
UĞUR MUMCU o....
ülkenin üzerinden
rezil 12 eylül 1980 darbesi geçerken
kendine gazeteci diyenlerin
neredeyse tümü bukalemunlaşırken
kendi çizgisinde
dik durmuş
dimdik bir gazeteci o...
UĞUR MUMCU o...
aradan 6 yıl bile geçmeden
bir kalleş bombayla paramparça edilecek
kıymetli gazeteciyle
yolun başındaki gepgenç bir öğrenci olarak
ve iki üç yıl sonra genç bir yayıncı halimle
kaç kez daha karşılaşacağımı
bilmiyordum elbette o gün...
ama tahmin ediyordum...
o gün uzun uzun anlattı UĞUR MUMCU....
hepimiz pürdikkat dinledik...
biz, gepgenç insanlardık...
o, kocaman bir adamdı
emek emek
yürek yürek
hakiki bir gazeteciydi karşımızdaki...
şimdi bakıyorum da
benim şu yaşımdan
neredeyse 10 yaş gençmiş
o zamanki uğur mumcu....
konuşma sürerken,
bir ara şehir tiyatrolarının tam üzerinden
pata pata helikopterler geçerken
tüm zamanların en ünlü
uyuşturucu kaçakçısının adını zikredip
bilmemkim ve saz arkadaşları mı bunlar
bizi mi alıp götürecekler :)))
diye espri de yapıyor uğur mumcu...
söyleşinin sonunda
zaten çok yakından
kendisini dinlemiş olmanın da avantajıyla
hemen yanına gidiyorum uğur mumcu'nun...
elimdeki kitabı evirip çeviriyorum imzalatmak için...
yanımda bin yıllık dostum hüseyin de var...
beraber mi gittik söyleşiye
orada mı karşılaştık hatırlamıyorum...
ama uğur mumcu'nun yanına birlikte gittiğimiz
bugün bile o kadar berrak ki zihnimde....
külyutmaz bir gazeteci uğur mumcu...
bir yanı çok iyi bir hukukçu çünkü...
imzalatmak için uzattığım kitabın kapağına bakıyor
kendi ismini göremiyor...
kendi ismini göremediği gibi
bir başka isim de göremiyor....
çünkü taaa lise yıllarımdan tamir ettiğim
çok eski baskılı bir şiir antolojisi elimdeki kitap..
ilhami soysal'ın derlediği
20. YY Türk Şiir Antolojisi....
kapağını da tamir ettiğim için
elimle yazmışım kitabın adını
"bana korsan kitap mı imzalatacaktın yahu :)))"
diye hemen soruyor uğur mumcu...
anlatıyorum bir çırpıda olan biteni...
hızla karıştırıp kitabın sayfalarını
ancak o zaman ikna oluyor uğur mumcu...
bir de üzerine ilhami abiyi severim cümlesini kuruyor...
hüseyin'le birbirimize bakıyoruz genç genç...
elindeki tükenmez kalemle
lisedeyken tamir ettiğim
ve 1970 küsur tarihli kitabı açıp
ilk sayfasına atıyor imzasını uğur mumcu...
teşekkür edip alıyorum kitabımı...
imzasının hemen yanına uğur mumcu adını yazıyorum...
günün tarihini de ekliyorum, bastıra bastıra....
yazının başındaki imzalı fotoğraf
o imzanın fotoğrafı işte...
kolumuzun altına sıkıştırdığımız
kitaplar gazeteler ve broşürlerle
çıkıyoruz harbiye şehir tiyatrosundan...
mis gibi ıhlamur kokularını içimize çeke çeke
yürüyoruz hüseyinle....
ben istanbul radyosu'ndan tam sağa dönüp
şişli'ye doğru yürüye yürüye
ergenokon caddesindeki feriköy yurduna gideceğim...
belki de aktör erhan DİLLİGİL dayımın leventteki evine...
hüseyin'in yolu daha çetrefilli ve uzun...
o belki bayazıt'a üniversiteye gidecek
belki de AÖS'e....
aradan geçen yıllarda
birkaç kez daha karşılaşacağız uğur mumcu'yla...
o, mesleğinin çok parlak bir ismi
ben tıfıl bir yayıncı adayımım daha...
ve o güzel bahar gününden bir kaç yıl sonra
takvim 24 ocak 1993'ü gösterdiğinde
memleketin her yerine düşen
bir bomba patlayacak karlı sokak'ta....
ankara'daki genç evli evimizde
babam taşkın hocamı annem müjgan hocanımı da
ağırladığımız o pazar gününde
spiker dayak yemiş bir sesle okuyacak TV'de...
" gazeteci yazar uğur mumcu
ankara'da evinin önünde
yaşadığı bombalı saldırıda
hayatını kaybetti...."
donup kalacağız televizyonun başında....
ne yazmıştı adeta vasiyet gibi cümlelerinde
taa yıllar öncesinden uğur mumcu
" vurulduk ey halkım....
unutma bizi...."
ve ne demişti süleyman demirel
1991 koalisyon görüşmelerinde
muhtemel koalisyon ortağı erdal inönü'ye,
şimdi yaşam mücadelesi veren
karikatürist haslet soyöz'ün çizgilerinde
"halkın günlük tepkilerini umursama
halk dünyanın her yerinde
daima günübirlik yaşar
ortak....!"
hadi; yazının sonunda son bir soru,
peki , kim, daha iyi tanıyormuş halkı...?
öyle işte....
( murat örem / 23 ocak 2020 / ankara )