bazen, bu fil hafızamdan korkuyorum...
kendimden korkuyorum...
kare kare her şeyi hatırlayan
zihnimden korkuyorum...
iki gece önde yattığım yerden
sabahın 5'inde eski yılbaşıları düşünürken
"lise 1'deydin murat örem , 4 / D'deydin
1982 yılbaşı cuma gününe rastlamıştı
son derste ahmet aydoğdu
do re mi fa sol ...notalardan bahsediyordu..."
diye içimden konuşurken yakaladım kendimi...
sonra sabah kalktım eski takvime baktım internetten
1982 yılının 31 aralık'ı hakikaten cuma'ydı...
o kadar net hatırlıyordum ki yine her şeyi...
14 yaşımdaydım 1982'de...
her yılbaşını hatırlıyordum...
her bayramı...
her yolculuğu her kavuşmayı...
her ayrılığı...
her yılı
83'ü...84'ü...89'u...
1995'i... 99'u...2000'i..
ve sonrasını....
her bir yılı...
hatırlıyordum...
necip fazıl; bir adam yaratmak isimli oyununda
başrol karakteri hüsrev'i konuşturur akıllı akıllı, deli deli...
hüsrev oyunun bir yerinde büyük acı çekerek şöyle haykırır
"bıktım artık kendi zihnimden...
herkes unutkanlığından yakınıp, hatırlamak ister
ben hatırlayan yanımdan kurtulup
unutmak istiyorum artık...
unutmak istiyorummm"
ben hüsrev gibi isyan etmiyorum bu halime...
arada korksam da zihnimden, hoşuma da gidiyor
düne dair her şeyi aynı berraklıkta hatırlamak...
ama yine de tedirgin edici bir yanı var bu halin.
dostları da düşmanları da
bin yıl geçse de unutmamak
dostlukları da düşmanlıkları da
asla unutmamak...
bir yük...bir yorgunluk...
ve büyük bir çentik zihinde....
her temasta her bağda
affetmek , hoşgörmek , iyimser bakmak
seçeneklerini devreye soksam da
arka planda asla U NUT MA MAK !
benim bir dostum vardı , pırıl pırıl bir zekaydı...
kelimeleri isterse trigonometri formülü gibi kullanırdı...
yıllar geçtikçe apayrı yolların rüzgarı olduk onunla...
asla şeffaf olmayan ve bir buzlu cama benzeyen gölgenin arkasından baka baka hayata, eski cevvalliği hiç kalmasa da ve yıllardır görmesem de , o geçmiş günlerimizde bana hep şöyle derdi ; "yahu senin zihnin, 2, 4, 8, 16 , 32 değil , sanki 264 çekirdekli işlemci gibi...arka planda kaç program çalışıyor zihninde, inan sen bile farkında değilsin ..."
gülerdik karşılıklı, bu cümleye...
sigaralar yakardık karşılıklı...
övüyor gibi yapıp sövüyorsun derdim...
hiçbiri değil, gördüğümü söylüyorum derdi cevap olarak...
bir gün duydum ki , çekmiş gitmiş uzaklara...bir kart göndermişti en son, üzerinde kendi çizgileriyle yüzü şemsiyeye benzeyen bir çocuk asılıydı kartın...posta mühründe de silinmiş harfler vardı...okumadım bile mührün üstündeki harfleri...gitmeyi seçmişti...
böyledir bu işler,
gidene, kal denmez,
gelene de, git denmez...
ama ben derim...
gelene, git, artık istemiyorum demişliğim pek çoktur...
gidene kal, istiyorum demişliğim de olmuştur belki...
ama ikinci şık, devede kulaktır....
ben size 1982 yılbaşını anlatacaktım değil mi...
susurluk lisesi'nde 4 / D sınıfı öğrencisiydim...
5 fen c'lere, 6 mat / b'lere
istanbul siyasallara vardı daha...
.
son dersteydik...
birazdan bayrak merasimi vardı...
günlerden cuma'ydı...
ve tarih 31 aralık 1982...
ahmet aydoğdu, kulakları çınlasın
elinde mandolini, do re mi fa sol...diye anlatıyordu sakince...
birazdan eve gidecektim...
gün akşama dönecekti , herkes birarada olacaktı.
kalabalık bir aile sofrasında yeni yıla girecektim...
annem de teyzem de
emek emek hazırlamışlardı yine çok şeyi...
babalar da yapmıştı üzerlerine düşeni
yiyecek içeçeği torba torba taşıyarak...
biz çocuklar da biraradaydık...
kendini genç sanan çocuklardık...
ya da kendini çocuk sanan gençler...
mehmet selahi örem dedem
yılbaşı gecesinin ve masanın en büyüğüydü...
koskocamaaan dedemdi işte...
şimdi bakıyorum da yalnızca 63 yaşındaymış...
19 mayıs 1919 doğumluydu dedem...
1921'li babaannem, dedemin arkasından ikinci büyüktü...
şimdi şu 50 küsur yaşındaki halime bakıyorum da
ne kadar şaşırıyorum...
eniştem teyzem , babam annem...
hiçbiri 40 yaşında bile değilmiş daha ...!!!
ne kadar büyük görünürlerdi bize...
ne kadar olgun ne kadar halden anlayan
ne kadar fedakar ve ne kadar oturaklıydılar..
kerli ferli öğretmenlerdi...
akhisardan gelen dayım yengem 30'un en başıymış...
dayı nedir,
bilir misiniz çocuklukta ...?
dayı, kocaman bir ağaçtır,
dalları kolları güçlü ulu bir ağaçtır...
güneşin her şeyi kavurduğu zamanlarda
hayatının hiçbir zamanında sığınmasan bile
gölgesine teklifsiz sığınabileceğini düşünmenin bile
tarifsiz huzur verdiği kocaman bir ağaçtır...
işte böyle bir yılbaşıydı 1982...
kocaman bir masanın etrafında
7'den 70'e birarada olabilmenin mutluluğuydu.
hiçbir aşırılığa kaçmadan
adabıyla yiyip içmenin sade güzelliğiydi...
teyzenin sarmalarını annenin yılbaşı yemeklerini
kaygısızca mideye indirirken
büyüklerin sohbetlerine kulak kesilmekti...
arada boyundan büyük laflar edebilmenin özgürlüğüydü...
tombala vakti geldiğinde
taşkın hoca'nın gür sesiyle
rammmpapa 90 cümlesini duymaktı...
altmıııış....diyip soluğunu tuttuğunda taşkın hoca
arkadan gelen rakamı sakince :)) beklemekti...
hepsi geldi geçti....
ne dedem kaldı...
ne babaannem..
ne eniştem...
ne babam...
ne teyzem...
şükür ki o kuşaktan
annem başımızda ...yanımızda...
hepsi geldi geçti...
ama hepsi çok güzel geldi geçti....
çok nezih geldi geçti...
1982'den sonra da çok oturdum kalabalık sofralara ne mutlu ki...
büyüklerin arasında, yıllarca küçüklerden oldum...
30 kişilik aile eş dost sofralarında da oturdum...
ailemin en büyüklerini de ağırladım, evimin sofralarında ...
küçücük çocuklarıma torbalardan sayılar çekerken
kartelalarına da baktım çaktırmadan,
şike de yaptım :))
TOMBALAAA diye bağırmaları için :)))
taşkın hoca okurken numaraları
annem müjgan hocanım
ailenin en yakışıklısı ve şimdilerde mehmetçik olan
büyük oğlum umur'un küçücük zamanlarında,
beklediği tombala sayısının 55 olduğunu görünce
büyük oğlum umur'un küçücük zamanlarında,
beklediği tombala sayısının 55 olduğunu görünce
"taşkıncım, hani yıllar önce samsun'a gitmiştik..."
diye sufle verdiğinde,
dünyanın en zeki babası taşkın hocamın dalgınlığıyla
"müjganım şimdi samsun gezisini konuşmanın sırası mı"
cevabına kahkahalarla gülüp,
"yahu hocam & babam tam da sırası" diye
kaş göz ede ede müdahale de ettim :)))
sonra yıllar geçti ,
bu kez küçüklerin arasında büyük oldum...
size bir şey söyleyeyim mi,
bunca yazıyı gecenin üçünde takır takır yazıyorsam
her bir anı, her bir cümleyi kare kare hatırlıyorsam
unutulmaz anıların güzelliğindendir...
o büyük sofraların görgüsündendir...
ne diyordu sait faik, güzelim son kuşlar yazısının sonunda adeta ağıt yaka yaka ; "bizim için değil ama sizin için kötü olacak çocuklar...bir daha gökyüzünde bu güzelim gri kuş lekelerini göremeyeceksiniz...sizin için çok kötü olacak... "
ben de böyle diyeceğim arkadan gelenlere; "biz, çok kalabalık güzelim sofralarda yılbaşını da , bayramları da öyle güzel bir adap dengesinde o kadar çok yaşadık ki...korkarım sizin ne böyle sofraları hazırlayacak eşleriniz olacak ne de onca insanı o sofranın başına toplayacak aile bağlarınız, kadınlarınız...bizim için değil ama sizin için kötü olacak çocuklar...hayatınızdaki çok çok büyük eksikliği, asla hissedemeyeceğiniz kadar hüzünlü olacak... !!! "
öyle işte...
( murat örem / 31 aralık 2019 / ankara )
ezginin günlüğü / 66. sone /
söz /william shakespeare/ çeviri can yücel
-1995 -
ezginin günlüğü / 66. sone /
söz /william shakespeare/ çeviri can yücel
-1995 -