yıl 1999....
aylardan kasım...
ayın 12'si....
ankara'dayız çoluk çocuk...
ilk evladımız 5 yaşında...
diğeri 1 yaşını yeni geçmiş, ekim'de....
dört kişilik "örem" ailesiyiz 4. kuşaktan...
kızkardeşim ayşın da bizde kocasıyla....
temmuz'da evlenmişler...
hemen arkasından da
17 ağustos 1999 gölcük depremini yaşamışlar
hepimiz gibi...
aylardan kasım olmuş....
kasım'ın kasveti bir yana
güzel kısmı , cuma gecesi olması...
2 günlük tatil soluklanması çoğunluk için....
bizim için de....
güzelliği buradan...
televizyon açık bir köşede....
saat akşamın 7'sine 5 dakika var....
yemek yenecek birazdan gülüş cümbüş...
masaya tabaklar kondu mu hatırlamıyorum...
küçükesat bardacık sokaktaki evimizdeyiz...
kardeşlerimiz yanımızda....
hepimiz genciz, gepgenciz...
umur örsan örem 5 yaşın koşturmacasında...
arda erhan örem 1 yaşın bebekliğinde :)))
ben 30'lu yaşlarımın en başındayım....
evet, bir zamanlar ben de 30 yaşındaydım....
hatta 20 bile oldum....15 yaşında da oldum...
10, 9, 8 , 7, 6, 5....diye gider bu...
anneme sorsanız 1 günlük 1 saatlik halimi bile anlatabilir....
kimse bu dünyaya 50 yaşında gelmiyor yani :)))
gençler size söylüyorum :))
yazın bir tarafa bu vecizemi :)))
neyse konumuza dönelim....
derken bir ses geldi bardacık sokaktaki evimizin
kocamaaan "L" biçimli 70 metrekarelik salonundan....
-laf aramızda ne basket maçları yaptık o salonda ailecek-
ama alışık olduğumuz bir ses değildi bu...
takır takır ediyordu vitrindeki porselenler...
aynı anda kitaplıktaki eğreti ciltler atmaya başladı kendini yere...
derken kolonlar kirişler de katıldı koroya çat çat çat diye...
evdeki 4 yetişkin, birbirimize baktık saniyeler içinde....
DEPREMDİ bu....
DEPREMDİ....
DEPREM....
daha 3 ay olmamıştı
YIKICI 17 AĞUSTOS depremini yaşayalı
bu kez Ankara'da soluyorduk büyük depremi....
bitmeyen saniyeler boyunca sallandı küçükesattaki ev...
bitmeyen saniyeler boyunca...!!!!
bitmeyen....bitmeyen....
bitmeyen....bitmeyen....!!!!
sanki asırlarca baktık birbirimize 4 yetişkin...
kocaman cam bilyalar gibi açıldı
5 yaşındaki umur'un gözleri....
kocaman yeşil cam bilyalar gibi....
beşik gibi sallandı küçükesattaki ev....
gacırdadı kolonlar....kapakları isyan etti dolaplara....
ben ki, böyle durumlarda en kötüyü pek umursamam...
yaşanacak ne varsa yaşanacak derim her seferinde....
ölüm varsa, o da yalnızca bir yaşanacak diyerek
kapatırım kitabı...
ama bir çatırtılara baktım saliseler içinde
bir de oğlumun kocaman açılmış cam gibi gözlerine...
geçecek oğlum dedim...
geçecek...şimdi...
birazdan geçecek....
geçmedi....
geçmedi....
geçmedi.... !!!
hani kavgalı aşklarda
taraflar, zihnindeki her şeyi
nasıl fırlatırsa kelimelerle karşısındakine
ve sakinleşip sakinleşip,
yeni kelimeler öfkeyi bir daha başlatırsa
tıpkı öyle oldu....
durdu durdu yüklendi ,
durdu yüklendi depremin çatırtıları....
artık geçmeyecek bu deprem....
geçip gittiğinde de
biz buralarda olmayacağız (!)
derken, içimden içimden....
birden durdu her şey....
birden durdu....
birden...
bir trafik kazası yaşadıysanız bilirsiniz
her şey "o ana" kadardır ...
o çarpışmanın gürültüsü ve tozu bittiğinde
saniyeler içinde
kainatın en sessiz anları yaşanır....
öyle bir andı işte...
geldiği gibi gitti, o kabus çatırtılar...
kolonlara kirişlere tavanlara baktık....
camlara pencerelere kapılara....
sıvalara boyalara....
her şey yerli yerindeydi....
inanılmazdı ama her şey yerli yerindeydi....
yine de hepimiz bekledik bir yeni darbeyi daha....
boş bir akılla, yere düşen kitapları topladım sakince....
avizelere baktı birileri evde, hala sallanan avizelere...
büyük çok büyük bir depremdi....
ve ihtimal merkez üssü ankara değildi...
ankara'yı böyle salladıysa
yine alıp gitmişti birilerini yüzer yüzer....
kesindi bu ...kesindi....
televizyona döndü gözler sonra....
atv haberde ali kırca
stüdyodan sesleniyordu
kağıt gibi bembeyaz yüzle...
biz de sallandık çok sallandık istanbul'da diyordu....
zaten haber masasındaydı haberleri sunmak için...
büyük deprem 19 haberlerinin 3 dakika öncesinde yaşanmıştı...
ve hemen haber yayınına girmişlerdi dakikalara falan bakmadan....
ve kameralar da kayıttaydı muhtemelen....
sonrasında telefonlar çalıştı birer birer...
evimizdeki 2 sabit telefon susmadı...
446 83.../ 446 69....la başlayan iki hat da...
evdeki herkesin cebindeki telefonlar da çalmaya başladı birer birer..
aradan bir iki saat geçtiğinde bir telefon daha geldi BANA...
yeniden afet yayınına geçmiştik biz de....
olay mahalline de gidilmesi gerekiyordu...
ekipler isimler dönüşümlü olarak hazırlanmıştı ışık hızıyla...
sorgusuz sualsiz, herkes koşarak işinin başınaydı....
31 yaşında gepgenç adamdım....
babaydım...abiydim...evlattım...kocaydım...
2 çocuğum vardı biri neredeyse kundaktan yeni çıkan...
telefon sonrasında yıldırım gibi çıktım evden...
daha az önce evlerine giden kardeşimi aradım hemen,
yalnız kalmasın istiyorum ev halkı, yeniden gelir misiniz diye.
sağolsunlar, kırmadılar abilerini
"geri geliyoruz hemen...." dedi kardeşim...
ben dışarı çıktığımda daha sonbahardı ama
jilet gibi kesiyordu ankara'nın kasım soğuğu...
çevirdim ilkgözağrım orijinal italyan UNO 60 S 'in anahtarını...
hemen yola koyuldum...
ben, işimin başına geçmek için yola koyulurken....
birilerinin, bu dünyadaki yolu bitmişti...
bitmişti işte....
türkiye
12 kasım
bolu kaynaşlı düzce
depremini de böyle yaşamıştı.
bazı sonbahar gecelerinde, zihnimden mırıldanarak konuşurum...
evde kim varsa garip garip bakar yüzüme...
yine ne tilkiler dolaşıyor bu adamın zihninde diye...
oysa böylesi anlarda
yalnızca o büyük dizeleri dolaşır
kalbimde aklımda, nazım'ın;
"memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi
daha uzak....."
( murat örem / 14 kasım 2018 / ankara )