-1987/feriköy öğrenci yurdu -
“12
eylül ” silindiri geçmiş herkesin üzerinden...
yıl 1981....susurluk
ortaokulunda öğrenciyim...
bir vesileyle
görüşmeye gittiğim susurluk ortaokulu müdür yardımcısı halil dönmez hocamın
odasında bir koli içinde Atatürk tabloları görüyorum şömiz
baskılı paspartulu...
çok iyi bir
çalışmanın çoğaltılmış baskıları 30'a 40 cm ebadında...izin istiyorum bir tane
alabilmek için...al tabi evladım diyor halil dönmez hoca...alıp eve getiriyorum hemen...büyük dolabımın en uygun gördüğüm
yerine emek emek yapıştırıyorum....
36 yıldır duruyor orada ATATÜRK…
aradan geçen 36
yılda neler neler olmuyor ki….
okullar
bitiriyorum…ortaokullar,
liseler, fakülteler…
kitaplar okuyorum 1000'lerce...
tiyatro eserleri izliyorum 100'lerce...
işlere girip
çıkıyorum hep severek yaptığım…
yazmak, konuşmak
ve yayın yapmak
hayatımın mütemmim cüzü oluyor !!!
çok çok erken evleniyorum…
annem , şu yaşımda hala bana sitem ediyor
"43 yaşında kaynana yaptın beni murat" diye !!!
yıllar geçince bu kez kız kardeşim evleniyor…
o, benden her zaman çok daha mantıklı...
eh, bir farkım olmalı benim...
o zaman , ben bir daha evleniyorum :)
36 yılda sevdiklerimi
kaybediyorum bir bir…
mecazen
kaybettiklerim ayrı…
bir de fiziken
kaybediyorum….
yazarlarımı şairlerimi de kaybediyorum...
ne edip cansever kalıyor,
ne cemal süreya...
ne aziz nesin
ne yaşar kemal.....
bir de erhan dayımı ,
dedemi
babaannemi
anneannemi amcalarımı eniştemi…
kaybediyorum...
arkadaşlarımı kaybediyorum...
zeytuni gözlü kız ölüyor...küt diye...
zeytuniyle birlikte
en güzel istanbul günlerim
gepegençliğim de,
simsiyah saçlı sakallı halim de ölüyor sanki...
"baba" oluyorum aradan geçen 36 yılda...
önce umur örsan geliyor dünyaya 1994 temmuzunda...
sonra arda erhan.....1998 ekiminde...
2017 şubatında
babam taşkın hocayı kaybediyorum...
dünya başıma yıkılıyor sanki...
kimselere yaygara yapmasam bile
hala kendi kendime kaldığımda
sümüklü bir çocuk gibi
hüngür hüngür ağlıyorum
taşkın hocasızlığıma , babasızlığıma !!!
cemal süreya dizelerindeki gibi
babam bir kere ölünce , ben de kör oluyorum
eşşek kadar büyük ve çok yakışıklı
iki erkek evladın babası olmak bile
yetmiyor babasızlığı avutmaya bazen ...
yaprağını kaybeden çınarlar gibi
bin fikir tartışması yaşasak da ,
evlatlarıma köklerime sarılmak istiyorum
o pis şubat acısı günlerinde...
babamı uğurlamak için gittiğim
susurluktaki ata ocağında
onca acının ve hengamenin içinde
yine dolaba kayıyor gözlerim
2017 şubatında...
36 yıldır duruyor orada ATATÜRK....
bu kez baktığımda da yine
bıyıkları yeni terleyen orta okullu çocuğu görüyorum
üniversiteye başlayan çok aşık genci görüyorum
o paspartulu ATATÜRK tablosunda....
hemen 1985'e götürüyor anılar denizi beni...
istanbul siyasalda öğrenciyim...anne
babam çalışan öğretmenler olduğu için yurt çıkmıyor bana
"zengin sayılan bir aileyiz" çünkü devlet dersinde !!! yoksul halk çocuğu
olmadığım(!) için yurt çıkmıyor...
neredeyse 2 yıl geçtikten sonra
feriköy öğrenci yurduna kayıt yaptırabiliyorum...
kayıt
olduğum ilk gün metal dolabımın kapağının içine iki fotoğraf yapıştırıyorum
hemen...
ilki Atatürk....
işte yukarıdaki "Atatürklü fotoğraf" taaa o günlere ait...
bugün 50 yaşındayım...
ne simsiyah saçlarım kaldı...
ki bir orman gibi sık ve gürdü onlar...
en az benim kadar inatçıydı saçlarımın her bir teli....
ne de simsiyah sakallarım kaldı...
ömrümün en deli en "kuzgun" günleri de geride kaldı...
bir büyük ömür yokuşundan aşağıya gidiyorum ben de
tıngır mıngır 50 yaşın gürültüsü hüzuru ve dinginliğiyle...
sakallı bıyıklı yaşlara gelmiş
iki delikanlı evladın babasıyım...
ve dönüp baktıkça; bir büyük dahinin önünde her an saygıyla eğiliyorum....
ve dönüp baktıkça; bir büyük dahinin önünde her an saygıyla eğiliyorum....
25 koca yılda
tek bir evladımı bile değiştirmek dönüştürmek için
alnımın narları çatır çatır çatlamışken,
yüzyıllardır uyumayı "ata sporu" yapmış bir millete
verdiği emekler geliyor aklıma ATATÜRK'ün...
"daha ne yapabilirdi ulan diyorum 57 yılllık ömürde..."
daha ne yapabilirdi...
daha ne yapabilirdi...
daha ne...
daha...
aklıma nuri kurtcebenin yıllar önceki karikatürü geliyor...
Atatürk'ü konuşturduğu ve "az zamanda çok ve büyük işler yaptık ama siz çok uzun zamandır hep çok küçük işlerle uğraştınız..." dediği...
Atatürk dedim iptida...önüme ilikledim ...
şiirini okuyorum bir kez daha zihnimden
ilhan demirarslanın....
gözümün ve özümün nemini sile sile bu yazıyı yazıyorum...
ve elim gayri ihtiyarı tütüne gidiyor
çat diye yakıyorum çakmağı bir kez daha...
ne diyordu o büyük şiirde nazım....
"dağlarda tek tek ateşler yanıyordu..."
ne diyordu mehmet akif ;
"korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
sönmeden yurdumun üstünde en son ocak...."
biz biliyoruz bunları da....
biz yeni öğrenmedik bunları da...
biz hep buradayız...
biz hep buradaydık da....
öyle işte !!!!
( murat örem / 10 KASIM 2017 / ankara ....)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder