nasıl boktan başlıyor 2017...
yarım asra yaklaşan ömrümün
en büyük kroşesini yiyorum
2017'nin cüce şubat ayında...
ömrüm boyunca
baba ve oğul olarak
en büyük didişmeleri yaptığım
en sert eleştirileri getirdiğim
ama aklına da en çok güvendiğim
babam taşkın hoca ,
"üstü kalsın (!)" diyerek
çat diye çekip gidiyor....
oğlum babanı kaybettik diyor
telefonda annemin sesi...
ışık hızıyla yola çıkıyoruz...
yolda kalbi çalıştı haberleri alıyoruz...
ama biliyorum...
it gibi biliyorum ki
bitirmiştir maçı taşkın hoca...
hiç yoktur öyle eyvallahı...
küçük bir jesti bu, biz geride kalanlara
yaşıyormuş gibi yapmak iki gün daha...
öyle de oluyor zaten...
işte böyle başlıyor 2017...
taşkın hoca, çakıyor golü doksana...
şimdi su satırları yazarken bile o anlar gözümün önünde...
sevgili eniştem(iz) hakan okursa bu satırları
yine sitem eder inceden kalından
amma çok yazdın hüzünle babamızı diye...
ne yapayım, benim de acılarla başetme yolum bu...
YAZMAK ve YAŞAMAK....
bildiğim bu....
ölümün üzerinden aylar geçiyor...
kare kare hatırlıyorum her anı...
küçücük bir çocukken
at kafalı kırmızı bisikletimi
of demeden lise yokuşunda
çektiği geliyor babam taşkın hocanın...
yirmili yaşlarımdaki ilk evliliğimin öncesinde
evlenenecem de evlenecem(!!) diye tutturduğumda
tahta ekmek kutularını tek yumrukla parçaladığımda
kocaman masmavi gözlerini açıp
oğlum, ben de seni akıllı bir adam sanırdım
ne bu akılsız bu serseri halin...
diyen yüzü geliyor gözlerimin önüne...
taşkın hoca, ölümünden sonra da
hayatımın her anında rol alıyor...
sigara yakarken aklıma geliyor...
dostlarla dertleşirken aklıma geliyor...
"beşiktaşımızın" maçlarını izlerken
gözlerimden yaşlar akıyor...
işte böyle kapkara zamanların
içindeyken çıkıyor karşıma GÜNIŞIĞI...
ben ona taa ilk zamanlardan günışığı diyorum
siz ona , nur diyorsunuz, dilek diyorsunuz
nurdilek diyorsunuz...
bunlar olurken takvim 2017'nin haziranını gösteriyor...
sonra hayat akıyor...
adaletsiz bir durum bu diye yazıyorum nur'a bir gün....
sen benim onlarca dijital kaydımdan
sesimi bile biliyorsun...
ama ben a harfini bile duymadım senin ağzından daha
diyorum...
dililili dillili dilili diye çalıyor bir sabah
messengerin telefonu...
açıyorum sakince...uykulu...aheste...
aramızda 15 BİN KİLOMETRE var....
hakikaten öyle....
telefon çalıyor ama
alışmışım gecenin beşlerinde uyuyor gibi yapmaya...
bu da taşkın hoca'dan miras bana...
uykuyu hiç sevmemek de taşkın hoca'dan miras...
konuşuyoruz nur'la ilk telefonda 18 dakika 54 saniye...
buğulu dingin bir ses karşımdaki...
çok güzel "ewweet" diyor arada....
ömrüm boyunca, sesime dair
o kadar çok övgü almışım ki...
ses konusunda ben de not verir olmuşum etrafa...
sonra bir hikaye başlıyor....
uzun bir hikaye ...
yorucu bir hikaye...
aşk dolu bir hikaye...
bir gün o hikayeyi de yazacağım uzun uzun,
ömrüm vefa ederse...
bu yazıyı özetin özeti kabul edin....
bir gün ey nurdilek hanım bu böyle olmaz diyorum...
ne işin var senin taa oralarda diyorum emir kipiyle...
kıldı tüydü, antindi kuntindi diyor...
nasıl inatçı bir kadın....
nasıl vahşi...
nasıl da erkekleşmiş (!!!)
bunu da biliyorum,
bütün güzel ve çok alımlı kadınların
etrafındaki leş köpekbalıklarının
ve erkek müsvettelerinin yılışıklığını ekarte etmek için
yıllar içinde refleks olarak erkekleştiklerini biliyorum...
o yumuşak kalpleri, o sert kabukların içinde çürüyor...
bu hallerin en büyük sebebi biz erkeklerin rezilliği....
yılların tecrübesinden çok iyi gözlüyorum bunu sağımda solumda...
bana bak , beni çok iyi dinle nur (!) diyorum,
sözümün üzerine söz söylenmesine alışık değilim ben...
ben , gel , diyorsam, geleceksin...
kalbin, gelmeliyim diyorsa...kesinlikle geleceksin...
karar kesin...mütalaa yok ...
diyorum...
al sana biletler...uçaklar..uçuşlar... diye de ekliyorum...
senin nasıl böyle etki gücün var diyor nur da bana...
zaman temmuz oluyor...2017'nin temmuzu...
yolcu bekliyor, yolcu uğurluyor havalimanlarında murat örem.
ki, istemezse, kapının önüne çöpü bile çıkartamazsınız ona...
a harfi bile dedirtemezsiniz...kuzu gibi yapıyor bunları....
ve sonra hayat bir daha akıyor....
defalarca anlattırıyorum NURDILEK'e de
babam taşkın hocanın öğretmenliğini...
her dinlediğimde gözüm doluyor...
binlerce isim gibi, NUR da babamın talebesi...
onun da kulaklarında çınlamış
taşkın hoca patentli avagadrolar, element tabloları, atomlar...
hepimiz ayrı ayrı çok sever, çok da çekinirdik taşkın hocamdan
diyor bana , nurdilek de...
babam diyorum,
herhalde en çok şu deli oğlunun karşısında
susmuştur, alttan almıştır
diye kuruyorum cümlemi...
nereden mi biliyorum bu ruh halini...
ben de babayım...
ben de susuyorum bir oğlan karşısında yıllardır...
işin raconu bu...hayatın kanunu bu....
bir gün o da baba olunca, anlayacak beni...
ben hayatta olsam da olmasam da anlayacak...
anlamadığını iddia etse de, it gibi anlayacak....
sonra aradan aylar geçiyor...yıllar geçiyor...
aylarca aylarca yanyana yürüyoruz nurdilek'le...
ankaranın eskişehirin datçanın sokaklarında yürüyoruz....
aynı evin içinde hayatın her yanını soluyor ısırıyoruz...
onlarca kadim dostumu ağırlıyor nur, güzelim sofralarında....
her fırsatta
hiç ankaralı olacağım aklıma gelmezdi diyor bana defalarca...
eğer it murat örem zamanlarımdaysam
ankarayı beğenmeyen arkadaş da sivaslı diyorum...gülüyoruz....
sonra da ekliyorum; biz ankaralı değiliz...şimdilik ankaradayız...
nur'la yaşadıkça yaşadıkça anlıyorum ki,
bir yanı dünyanın en munis insanı
bir yanı vahşi ve yırtıcı bir leopar...
ben ki, 50 yılda 50 ömür yaşamış
çok gamsız çok ukala çok egolu görünen bir adamım ya...
nur'un da sabrını taşırmayı başarıyorum narsist yanımla :))
günlerden bir gün,
öyle bir ŞAH (!) çekiyor ki bana ya hep ya hiç (!) diyerek...
ezberim bozuluyor....alışmışım çünkü yarım asırdır
hep aklımdakini yapmaya....
önce bir sallanıp sonra bir daha sallanıp
aklımı başıma getirince de varım ulan diyorum...
varım ulan....bıktım 400 metre bayrak yarışlarından...
seninle MARATONa varım diyorum gönül ferahlığıyla...
sonra bugüne geliyoruz, kısa keseyim...
sonra yarına birlikte yürüyelim diyoruz...
sonrası bilindik güzellikler, telaşlar...
sonrası iyilik güzellik...
sonrası aşk...umut ve sevgi....
ben buradayım sevgili okurum...
yazdım işte...
merak edenlere de etmeyenlere de
dostlara da, dost olmayanlara da yazdım işte....
ne diyordu büyük şair;
"hiçbirinizle dövüşemem,
benim dengemi bozmayınız..."
ve ne demişti bu hikayenin&yazının başında, kadın adama...
ve adam ne demişti kadına...
işte size, bu güzelim hikayeden hep kalacak olan
ve zamanında binlerce kilometre öteden bana gönderilen
o büyük şarkı...
sözlerine odaklanarak defalarca dinleyiniz....
sonra yazıyı bir daha okuyabilirsiniz....
sonra isterseniz, kendi hayatınıza da bakın...
belki size de gülümseyen bir SES , çok yakınlarınızdadır...
kimbilir.....
ben şimdi gidiyorum....
daha yapılacak çok iş var...
ankara radyosu müdürlükleri günlerimden kalan
ingiliz kumaşlı takım elbisemi kuru temizleyiciden almam gerek..
daha sırada çiçekler, çikolatalar var, kitaplar var...
evde denedim denedim,
ben de nurdilek gibi çok güzel "evvet" diyebiliyorum :))
öyle işte ....
( murat örem /// 20 NİSAN 2019 / ankara )