*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

9 Şubat 2020 Pazar

TAŞKIN HOCAMın ölümünden hemen önce bir rüya gördüm...dişlerimden biri "pat" diye ağzımın içine düşüyordu...elim yüregimde bekliyordum ki , üç gün sonra çaldı telefon !!!

                               taşkın hoca , evinin balkonunda çayı & sigarasıyla
                                                  1980'lerde  çekmiştim, bu fotoyu... 

insanlar  
anne babalarını, 
kardeşlerini, 
eşlerini,  
evlatlarını   
kaybettikten sonra
onları yalnızca
badem gözlü, 
sırma saçlı olarak 
anmak  ister...


ÖLÜM darmadağın eder....
ve bir yerlere sığınmak ister kalanlar...

ölülerini yalnızca övgüyle anma hali
ilk zamanlar için  anlaşılsa da 
uzun dönemde asla sağlıklı değildir....


hepiniz biliyorsunuz ki
taşkın hocamız  
sırma saçlı  değildi :))
ama masmavi gözleri vardı...

ömrü boyunca milyon kere yaptığı esprilerden biri de
benim başım kel mi yahu :)) cümlesi olmuştu...

biz, son yıllarda, babamın bu esprisine değil de, 
aynı espriyi milyon kere duymuş olmaya gülerdik :)))


taşkın hocam, badem gözlü de değildi :))
ama  gençliğimde,  bana çok kızarsa 
o masmavi gözleri  hazar gölü gibi koyu kararırdı...


böyle durumlarda 
ya olay mahallini hemen terk ederdim ben  
ya da benim de deli & genç zamanlarımsa 
daha da üstüne giderdim...


ne zordur yahu baba olarak
ergen bir erkekle didişmek...

dövsen dövülmez
sövsen sövülmez...
lafını anlamaz...
laf zaten dinlemez...
nereden mi biliyorum...
kendimden biliyorum
baba olan yanımdan biliyorum

ama erkek evlat babası olmak
dünyanın en tarifsiz de hazzıdır...

tanıdığınız birinin 
tarifsiz mutluluklar 
ve gerilimler  yaşamasını istiyorsanız; 
"dilerim erkek evlat babası olasın" 
demeniz yeterlidir  o kişiye:)))


işte çok yıllar önce, baba oğul yüksek gerilim zamanlarımızda, bir an gelir, taşkın hoca evin içindeki koridorda  hemen ters U çeker :))  ecza dolabından gürültüyle bir ağrı kesici alır, dolabın kapağını da sert bir yumruk hareketiyle kapatırdı...  


ATEŞKES demekti bu....
beden dilimiz böyle oluşmuştu:))) ben gençken...

ki şimdi bakıyorum da, 
o dönemde taşkın hocam da gepgençmiş...
40 yaş nedir ki yahu:)))
gençliktir, gepgençliktir 40 yaş....


o ateşkes anından itibaren tek kelime etmemeye çalışırdım...
ömrüm boyunca babamın aniden ölmesinden korktum...
ama yine de korkularım babamla tartışmama engel olmadı...
beni yetiştiren büyüten de  o tartışmalar oldu.
babamın o yaşlarımda beni ezmeyen tavırlarını minnetle anıyorum.


yazının başlangıç cümlesine geri dönersek; geride kalanların, ölülerini badem gözlü sırma saçlı diye anmak istemelerinin arkasında ya pişmanlık duyguları vardır ya da duygusal hafızaları yanıltır onları. 


bazı insanlar da ölülerini hep abartılı güzelliklerle anarak geçmişteki günahlarını bağışlatmak isterler, ölülerine karşı...


ölülerinden örtülü bir af dilemek isterler yani...
bir grup insan da, ölüleriyle ilgi görüp gündem olmak ister...


oysa yaşanan yaşanmıştır,  anılar kalmıştır. zaten  ölen kişinin, kalanların pişmanlıklardan falan haberi olmaz...yetişkin bir ruh ve akıl da, ölüleri üzerinden habire gündem olmayı falan  zaten düşünemez...hastalıktır bu....ilgi hastalığıdır...


çünkü doğum herkes için vardır..
ölüm de herkes için vardır... 


çünkü atalarımızın mükemmel  ifadesiyle
osuruk değmeyen yorganın olmadığı gibi
ölümün girmediği ev de yoktur....!


ayrıca , yalnızca, sizin ölünüz yoktur ki bu dünyada...
bunu diyen her insan da haklıdır,  sonuna kadar....


işte babamın ölümü üzerine dönüp dönüp  anlatıp yazdıklarımla benim  de gündemde kalmak gibi bir niyetim hiç olmadı... 


laf aramızda, ömrü boyunca,  yeterince kendi gündemimi yaratmış ve doya doya yaşamış bir adem oğluyum:))) ben...


ve ne mutlu ki, babamın yalnızca ölüsünü & ölümünü yazıp  anlatmadım...babam yaşarken de, bir çok anımızı, acımızı, mutluluğumuzu defalarca anlatıp yazdım, arkadan gelen kuşaklara baba evlat ilişkileri konusunda bir tecrübe olsun diye...


bu yazdıklarım da zaten, 
o yazdıklarımın devamı...


bir gün,  kızkardeşim, hep biraradayken, "abi amma çok yazıp anlattın babamızı , eşim de benim gibi düşünüyor" dediğinde bana, biraz da  abi sesim ve tonlamayla; "ne var bunda....sen de anlat, sen de an...ben oğluyum sen de kızısın...ki sen de yazının kitapların tam içinden geliyorsun...senin anlatacakların yoksa ya da anlatmak istemiyorsan bana hangi aklı veriyorsun(!) bu bakış acısını  hiç yakıştıramadım... lütfen kendi cümlelerini kur..demişliğim de vardır....  



dolayısıyla ben, YALNIZCA kendi cümlelerimi kuruyorum...ne annem ne kardeşim ne evlatlarım adına değil bu cümlelerim...yazdığım her satıra, okurlar dahil,  HERKES itiraz edebilir...yanlış yazıyorsun, abartıyorsun, yanılıyorsun, tahrif ediyorsun (!) bile diyebilir....ben de itiraza cevabını veririm...ömrüm boyunca. hiç  abartmadan söylüyorum; ONBİNLERCE YAZI yazdım...BİNLERCE PROGRAM yaptım....ve tek bir TEKZİP / İTİRAZ almadı yazıp anlattıklarım....hem de en netameli konularda yazdıklarımda da böyle oldu...biraz bilirim yani meramını anlatmay...



bir de, çocukluktan beri, acılarla baş etmemin en büyük tercihi, kelimelere yaslanmak  olduğu için dinledim anlattım, dinledim anlattım, dinledim anlattım ve hala anlatıyorum anlatıyorum...


işte bu yüzden binlerce kere okunuyor bu yazılar...


bu okunmaların bir kısmı, insani dedikodu ve  merak duygusundan beslense de, derinlerdeki temel etken başka...dedikodu ve merak duygusu da, nitelikli okurluğa açılan ilk kapıdır, bunu yapanlara da sözüm yok :)) doğru yoldalar...buyursunlar baksınlar ardına kadar açık kapının anahtar deliğinden:)))


o, derinlerdeki temel etkene gelince, anlatayım onu da; aslına bakarsanız; babam taşkın hocamı da  anlattığım  bu yazıların 10 BİNLERCE KEZ okunmasının  kerameti bende değil...evet, ben yazılarımla  yaşanmış hikayeleri  olduğu gibi abartmadan çarpıtmadan ama çok etkileyici biçimde anlatan biri olabilirim....bu bir yetenek de olabilir...yılların emeği de olabilir.



fakat bu yazıların 10 BİNLERCE KEZ OKUNMASININ KERAMETİ,   babamın 30 yıl boyunca her öğrenci kuşağa değen ÇOK GÜÇLÜ İNSAN yanının olmasıydı...


öğrencilerindeki ortak anıları da suyun yüzüne çıkardı yazdıklarım..
kah  gülümseterek, kah özlemle kah sevgiyle, kah hüzünle...
işin tılsımı biraz da bu işte...


çünkü 
suyun yüzüne çıkan anıların
yeniden derinlere inmesi için
o anılarla bir süre ilgilenmeniz gerekir...

bir evcil hayvanı sever gibi
o anılarla ilgilenmeniz
ve sonra elinizden bırakıvermeniz gerekir....


şunu hiç unutmayın 
ORTAK GEÇMİŞ; 
o geçmişe 
bir yerinden değen
tüm insanları 
birbirine 
yeniden yakınlaştırır....


artık tüm okurlar da biliyor ki
öğretmendi babam...
hem de en hasından öğretmendi....
susurlukta lise çağına gelmiş herkesin öğretmeni olmuştu...


aslında, yıllanmış çok öğretmeni vardır hala susurluk'un...
ama babam  biraz farklı bir iz bırakmıştı. 
işin en güzeli de, bu yanıyla bir kere övünmemişti.  


belki de 
bu büyük farkının, 
farkında bile değildi...

öyle de doğal bir adamdı taşkın hoca.... 



babamın daha delifişek ve genç zamanlarında, ben de ergenlik kapısındaydım...ve taşkın hocamla ne zaman susurlukspor'un, balıkesirspor'un maçlarını izlemeye stadyuma gittiysek, maç bitene kadar ömrüm çürürdü:))) bakalım başımıza yine ne gelecek diye...


çünkü o munis , halim selim görünen taşkın hocanın  içinden tam bir canavar çıkardı maçlarda...hakeme söylenmeler de vardı, tel örgüleri yerinden koparacak kadar sarsmak da vardı yaptıkları arasında...size, taşkın hocamın, kaymakamlık kupasında yenimahalle sporun teknik direktörüyken sahadan atılmışlığı da vardı, bir kaç sezon hak mahrumiyeti cezası almışlığı da:))) vardı diyeyim de, gerisini siz tamamlayın:))) bu hak mahrumiyeti cezasını, eski halk eğitim merkezinin panosunda taşkın örem ibaresiyle gözlerimle okuduğumu dün gibi hatırlıyorum....evde de az mavrasını yapmamıştım hani, bu hadisenin ....


hele hele bazı maçlarda, orta hakem babamın liseden sınıf arkadaşı olan balıkesirli  ayva cengiz'se taşkın hoca daha da frensiz giderdi hakeme karşı:))) işte böyle de yanları vardı, sırma saçsız badem gözsüz taşkın hocamın...ama maç biterdi, ayva cengiz'le babam ayak üstü tatlı tatlı sohbet ederken ben bu kez düşünürdüm "yahu, sen az önce bu adama ağzına geleni söylemiyor muydun:)) ne bu muhabbet" diye...



kin tutmayan bütün insanlar gibi 
negatiften pozitife duygu geçişi 
çok hızlı olurdu taşkın hocamın...


hararetli bir fikir tartışmasının ardından
o tartışmayı yaptığı kişiyle, 
az önce  hiçbir şey olmamış gibi
büyük bir iştahla 
koca bir dilim karpuzu 
güle oynaya yiyebilirdi
bir bulmacayı ilmek ilmek çözebilirdi...


annem ve ben, 
negatiften pozitife
bu hızlı duygu geçişini hala pek bilmeyiz...
ikimizin de çetele defterleri hala doludur:)))


hele, hararetle tartıştığımız biriyle 
değil karpuz dondurma yemek, bulmaca çözmek
aynı masanın etrafına bile yanaşmamız,  bir asır sürer:))  


annecim bu yazıyı okursa 
belli etmese de, içinden kızar :)))  bana ama, 
gerçeği nerede söyleyeceğiz....


gördüğünüz gibi;  babam dahil yaşayanların da ölenlerin de daima sırma saçlı badem gözlü taraflarını anlatmıyorum...zaten benim gibi sevimsiz olma hatta düşmanlarını arttırma pahasına ultra gerçekçi olmayı seçen birine bunu  yaptıramazsınız...ayrıca ben taşkın hocamı yalnızca   öldükten sonra değil, ne mutlu ki yaşarken de çok anlattım...ne yaşadıysam, ne gördüysem ne anladıysam onu yazdım dün de...bugün de onu yapıyorum...ne mutlu ki taşkın hocamdan geriye daha çok güzellikler kaldı ve ben de onları hatırlarken kaleme alıyorum, sizler de okuyorsunuz işte...


yukarıda maç örneklerini vermişken 
bir benzetme yaparak  ekleyeyim ki ,
taşkın hoca, asla kimsenin tribüne göre  oynamamıştı...
kimsenin evladına farklı davranmamıştı.
öğretmen olmayı seviyordu...
işini de çok iyi biliyordu...


ve talebelerinin hepsini de 
günahıyla sevabıyla bilip
içtenlikle sahipleniyordu...


çok zeki bir adam olduğu için
hangi talebeye hangi metodla yaklaşacağına karar vermesi için  
öğrencisini bir kez görmesi yeterdi taşkın hocanın,



bu sevgiyi  bu içtenliği ve bu samimi çabasını da 
bütün  talebeleri yıllar boyunca hissetmişti işte...
esas, alameti farikası buydu taşkın hocamızın...


dolayısıyla, yaşı kaç olursa olsun,  taşkın hoca'nın öğrencisi olan herkes bu yazılarda ve bu facebook paylaşımlarımda  kendini yeniden buldu,  buluyor...


ayrıca şimdi şimdi çok daha iyi idrak ederek görüyorum ki; babam bilgisizliklerini, yoksulluklarını, yalnızlık ve çaresizliklerini hiç küçümsemeden, tüm öğrencilerinin hayatına değen, onları bir şekilde kalbinden de yakalayan bir öğretmendi...halktan bir öğretmendi...



dışarıdan bakıldığında asık suratlı ve  sert gibi görünse de, öğrencilerini hayatının tam merkezine koyan insancıl bir öğretmendi...hayatın içindendi..bir kibri yoktu...samimi sahih ve sarihti taşkın hoca...çok kızarsa, politik davranmazdı. çok kızdığını da hemen anlardınız...saman alevi gibi parlar ve sönerdi... hüzünlü bir film izlerken de, bir üzücü haber aldığında da şıp şıp akardı yaşlar hemen gözünden...


çok içten halleriyle,  çekirdek ailemizin en doğal insanıydı...



bu detayları yazıyorum çünkü o anlamlı sözdeki gibi, anlattıklarım  benim ve yakınlarımın hikayesi gibi görünse de, aslında  hepimizin herkesin hikayesi...hepimiz bir anne babadan geliyoruz ve anne babalarımızdan aldıklarımızı tümüyle biz seçemiyoruz...ve yıllar geçtikçe görüyoruz ki, bir yanımız başka, öbür yanımız bambaşka...



aslına bakarsanız
bir dönemin 
bir çağın yaşanmışlığı 
bu okuduklarınız...


ve tüm bunların dışında da, neredeyse 30 yıl boyunca kaç kuşağın öğretmeni olmuş taşkın hoca'nın, her öğrencisinin hayatına dokunan yanının baskın olması, beni bu anıları yazan kişi olarak, sizleri de okurlar olarak biraraya getiren gerçekliğin ta kendisi..


yazı çok uzun oldu,  biliyorum; 
ama siz en fazla yarım saatte bitireceksiniz bu yazıyı..
belki gözünüzün kenarıyla okuyup geçeceksiniz...
ama ben daha şimdiden 5 saati devirdim bile
klavyenin başında :)))


işin aslına bakarsanız;
yıllarca yeminliydim...

çok VASAT bulduğum facebooka  
ASLA dahil olmayacaktım... 

ama babam öldükten  üç hafta sonra bozdum bu yeminimi. 
çünkü ANKARA'ya işime, geri dönmüştüm. 

bu travmadan sonra habire duvarlarla konuşmak, 
benim gibi yalnızlığı çok seven biri için bile zordu...

yazının başlığında değindiğim o ürkütücü  rüyamı da, sıra gelirse anlatacağım...ama zihnimdeki yazı akışı  şöyle...



bir cuma gününde ( 10 şubat 2017 )  derelerden tepelerden koşup gelen o güzelim kalabalık   "gönülden gelen dualarla" gömdü babam taşkın hocamı...


bu dua kısmını da özellikle vurguluyorum
çünkü işin özüne bakarsak hakkıyla inançlı bir adamdı babam...
hiç göstermeden, sağa sola baskı, afra tafra  yapmadan inançlıydı...


babamın anababa tarafında, hafızlar hocalar  hacılar ganiydi..

mesela , 1970'lerin sonunda, balıkesir'de babaannemlerdeyken
evin hemen yakınında patlayan bombanın sesini duyduğunda
herkesten önce getirmişti kelime-i şahadet'ini  o davudi sesiyle  
"eşhedü enna la ilahe..." diyerek. 


taşkın hoca, inançlı olduğu kadar da demokrat adamdı...
inancını da , demokratlığını da içselleştirmişti...
yalanla abartıyla falan hiç işi olmazdı...


hakkıyla demokrat bir adamdı çünkü ben 10'lu yaşlarıma girdiğimde bir gün bana; "artık cuma namazlarına gitme yaşın geldi, yetişkin oldun oğlum" demişti sakince, sofradayken....ben de "baba bu şimdi nereden çıktı, sen hatırlattın baba olarak, ama son kararı vermek benim hakkım olmalı, madem yetişkin oldum" diye boyumdan büyük laf ettiğimde de asla baskı yapmadı...bir daha da bu konularda tek kelime etmedi...


bilmiyorum aradan yıllar geçtiğinde, içinden keşke zamanında  baskı yapsaydım, ısrar etseydim diye düşündü mü...çünkü ben tüm dinlerin felsefesini bilen,  hatta uygulayanlardan çok daha fazla bilen ama pratikte hiç uygulamayan biri oldum çıktım...


ben böyle bir adam oldum ama
taşkın hocam, çok daha  güzel bir sentezdi...
anadolunun , türkiyenin senteziydi...


daha önce de yazdığım gibi; o eski balıkesir/ susurluk akın dolmuşlarına bindiğimizde şoför kontağı çevirirken, taşkın hoca da aynı anda "cümleten hayırlı yolculuklar" derdi, çok içten bir sesle...ben öğretmenim şuyum buyum, diye kibirlenmeden arka koltuktaysa, yaşlıların yol paralarını toplar çıkarır şoföre kuruşu kuruşuna verirdi...bunların hepsini yaşadım ben...

çok zeki ve esprili de bir adamdı diye defalarca yazıyorum ama hakikaten öyleydi....bir gün, 1970'lerde, izmir garajında otobüs saatini beklerken, yanımıza gelen dilencinin halinden sahtekarlığını anlayıp, ağlayıp sızlanmasına bakmadan "ikimiz de cebimizdekileri çıkaralım, çok parası olan, az olana versin...olur mu" dediğinde dilenci ışık hızıyla:)) kaçmıştı yanımızdan....


taşkın hocamın ölümünden sonraki günlerde de gelenler gidenlerle kah sustuk kah ağladık evde... güldük de...cenazenin hemen ertesinde,  taaa siyasal günlerimden can kardeşlerim ibrahim türkiş yanında mehmet ali dostumla koşup geldi istanbul'dan...o zaman anladım bir daha, bir cenazede bir büyük acıda, hakiki dost soluğunun ne olduğunu...


dostlarımı evine uğurladığımda, günlerdir yaşadığım yalnızlık duygumun azaldığını hissettim ilk defa...aynı ibrahim türkiş, sevgili  kardeşim, bu acımdan iki yıl  sonra, bu kez de nikah şahidim olarak gelecekti yine uzaklardan, bu kez ankara'ya....


cenaze sonrasında,  gelenler gidenlerle de andık babamı...sonra an geldi yine daldık uzaklara...bir kaç gün boyunca kız kardeşimin arkadaşları, benim de kardeşlerim ece ve filiz'in varlığı da öylesine büyük bir huzur olmuştu ki evin içinde...bir hafta sonra kız kardeşim döndü ankara'ya...önce arkadaşları döndü sonra da kız kardeşim...


herkes gün gün  evine giderken, ben bir süre daha kaldım baba ocağında...aklımın erdiği işlere bir faydam olur mu diye... sağa sola gittim falan filan...ölümün de ciddi bürokrasisi (!)  kaydı kuydu var ... bilirsiniz...


sonra bir gün,   artık zamanı geldiğinde
sırtıma çantamı alıp susurluk garajına yürüdüm...
dönme vaktiydi....

istemedim birileri beni garaja bıraksın ...
taşkın hocam yaşasaydı zaten kimselere bırakmazdı o işi...
babamın koyu lacivert otomobili,  evin önünde duruyordu..
eşyalar çoğunlukla insanlardan uzun yaşıyordu işte ! 


garaja giderken 
çocukluğumla gençliğimle birlikte yürüdüm, sokaklarda.... 

otobüsü beklerken de bir cigara yaktım...
dakikalar geçince bindim otobüse ve döndü tekerlekler....

o sekiz saatlik yolun, 6 saatinde sümüklü sümüklü  ağladım...
günlerin hüznüyle , ağladım ağladım... 
iki gözümün üzerine kocaman kağıt havluları koyup
her bir yaprak sırılsıklam oldukça da değiştirdim yol boyunca...

 
ve eskişehir ankara arasındaki 
güzelim MEZİTLERDEN geçerken otobüs 
fonda zeki müren şunları söylüyordu; 
"dünyanın bir yazı bir kışı vardır
her yolun bir sonu bir başı vardır...."


o kadar denk düşmüştü ki her şey...
ben şimdi karakışı yaşıyordum....
taşkın hoca da belki 
yolun en başını en güzelini yaşıyordu....


işte o anda daha bir sel oldu yaşlar gözümde....
ankara'ya vardığımda 
evimde TEK BAŞIMAYDIM 
ve kocaman evde babasızlığımı, 
olanları, son yaşananları düşünmeye
o kadar çok vaktim vardı ki...



iki erkek evladım eskişehir'deydi abi kardeş, adalar manzaralı porsuk kenarındaki evde besteler yapıp klipler çekiyorlardı...hayat ölümle bitmemeliydi elbette, hele gençlikte....


ama ben evlatlarım kadar genç değildim...babamı kaybettiğim zamanda, itinalı ve sistemli huysuzluklarımla(!) karşıyı bunaltırken benim de  yorulduğum uzuuun bir evlilikten çıkalı zaten çok olmuştu...sevgiyle başlayan bir başka yorucu ilişkiden de nihayet uzaklaşmıştım aylar önce...


yalnızdım...
YAPAYALNIZDIM.... 

yalnızlık bir taraftan çok güzeldi...


ama öbür taraftan da  o büyük yalnızlıktan, babasızlıktan da  kaçmak istiyordum...babam yaşarken de kaleme aldığım ve yayınladığım yüzlerce yazımı yeniden paylaşıp; acımı sağaltmak istiyordum...facebooka dahil olup babamın facebook sayfasına her an ulaşmak istiyordum...işte bu dönemde bile isteye ben dahil etmiştim facebooku hayatıma...


facebooka katıldığım ilk gece YÜZE YAKIN  talebesinden yani sizlerden arkadaşlık teklifi aldım ve gözümü sile sile hepsini kabul ettim...


İYİ Kİ ÖYLE YAPMIŞIM...
iyi ki ses vermişsiniz oralardan...
ben de duymuşum...


çoğunuz  benden büyüktünüz yaş olarak...ki ben bile, şu dünyada  yarım asırlıktım...işte zaman içinde taşkın hocamın genellikle benden büyük talebeleri olan sizlerle de bambaşka bir bağ oluştu aramızda...


her birinize her seslenmenize içtenlik, saygı ve özenle yazdım, yorumlarınıza onur duyarak cevap verdim...içimden hep şu geçti; benden büyük talebeleri bile sanki bana emanetiydi taşkın hocamın....babamdan unutulmaz anılardı...


ve bugün,  bir önceki  facebook paylaşımıma yaptığınız içten ve onur verici yorumlarınızla, yeniden gördüm ki, hepinizle ama hepinizle güzelim bir bağ kurmuşuz...


ve bir daha bir daha anladım ki
taşkın hocam yaşarken her gönüle dokunmuş

o en zor günlerimde ben de yazılarımla 
her gönüle her akıla dokunmaya çalışırken
kendi kırık kanatlarımı da
elimden ne kadarı gelebildiyse
onarmaya çalışmışım...


biliyorum, yazılacak daha çok şey var...
ama bazen, kelimeler bir yerde durdurur sizi...
kelimelerle inatlaşmak olmaz...
insanlarla inatlaşın, ama kelimelerle inatlaşmayın !
ömrünü harflere vermiş bir kardeşinizin tavsiyesi bu...
dikkate alın isterim....



hepiniz daha güzel günler görün....


ne diyor hakiki romancı hasan ali TOPTAŞ, 
"babalar, alınlarımıza yazılmış, YALNIZLIKLARDIR..."


böyle yalnızlığa can kurban taşkın hocam....
böyle babaya,  canım kurban...
ellerinden aklından saygıyla öperim taşkın hocam....

( murat örem /  09 şubat 2020  /  ankara...)  
                dünyanın bir yazı bir kışı vardır...!
                        zeki müren.....

4 yorum:

  1. Yine harika bir yazı. Yüreğinize sağlık. Evet bizleri, sizin babanız, bizim kimya hocamız bir araya getirdi. Bu gözle görülmeyen gönülden bir bağ.. tebrik ederim

    YanıtlaSil
  2. Tebrikler ve tesekkurler

    YanıtlaSil
  3. Evet uzun bir yazı olmuş ama sonunda bitti mi dedirten tempo ve derinlikte bir yazı...
    Bir babaya duyulan tarifsiz tehassür, Bir babanın evladı üzerindeki nostalji etkisinin ustaca geri dönüşü
    ...duygulandım
    Zevkle ve takdirle okudum
    Taşkın hocaya Allah'tan rahmet diliyorum.
    Bu kadirşinas takdim yazısı için yazarını da tebrik ediyorum
    Prof. Dr. İsmail Doğan

    YanıtlaSil
  4. Yüreğinize sağlık tebrikler 🙏

    YanıtlaSil