*"114" ayrı ülkeden günlük ortalama "500" ziyaret !
*her cümle "5846" sayılı yasa korumasında !
*fotolar "ekseriyetle" büyütülebilir !
*sağ alttaki küçük dünya ?

22 Temmuz 2019 Pazartesi

küçükesat AKASYA dondurmacısı BURHAN abi; hepimiz biliyoruz KÜT diye ölüverdiğini!"

                                           "pal sokağı çocukları"  filminden bir kare

direksiyonun başındayım...yavaş yavaş gidiyoruz...
çankaya tunalı'nın yaz keşmekeşi sıvanmış dört bir yana...

az önce rutin bir sağlık kontrolünden çıkmış büyük  hala...

siyah gri tişörtünün içinde, gereksiz bir sen diliyle
"bak o kremi bastıra bastıra sürmezsen 
bacağındaki şişlik inmez, en az altı ay uğraşırsın"
diye kaba saba tekmiller vermiş uzman;  büyük halaya...


bu sevimsiz ! "SEN"  diline,    

kıllanan muratörem bakışı atınca 
kalın kollarındaki at nalı saatini sıvazlayarak,
yarısı tütsülenmiş kelle gibi sırıtmış bu kez, bay doktor...


direksiyonun başındayım...
yavaş yavaş gidiyoruz...
ankara tunalı'nın yaz keşmekeşi sıvanmış dört bir yana...


otomobiller, çekiciler, hanzo şoförler 
dondurmalarını döke saça yiyen çocuklar bir yanda;  
incecik elbiselerinin içindeki ışıltılı tenleriyle
bir bulutun  üstünde yürürcesine 
yolları nazikçe adımlayan yaz çiçeği kadınlar öbür yanda...


hepsi hayatın içinde...
hepsi burnumuzun dibinde...


hayatın çelişkili kara parçasında
cennet de cehennem de her an her yerde....


hırıldayarak çıkıyoruz tunalının yokuşunu otomobille...
dur kalk ! ilerliyoruz esat caddesinde....
ismin doğrusu küçükesat da , 
esat olmuş işte ağızlarda  bin yıldır...


otomobille esat'ta ilerlerken, 
kırmızı ışıkta durunca
birden üşüşüyor yine anılar ....


"akasya dondurmacısıydı, 
adı BURHANdı değil mi..." 
diye fısıldıyor yine,  
fil hafızam zihnime...


hıııı...akasyaydı diyorum...
pis pis, kendi kendime kafa sallayarak...

ne çok severdi çocuklar dondurmayı, büyürken...
anneleri de pek bir severdi...

oysa ben çocukken de, büyüdüğümde de  
hiç ama hiç sevmedim dondurmayı...


ama kendim sevmesem de, tıpkı  bir ayin gibi, 
her yaz akşamı alırdım dondurmasını da, ev halkının...

genellikle hepsi de
gün içinde esat / tunalı  turu yaparken yedikleri için 
ikinci piyango  olurdu dondurma seansı, ev halkı için...


çocukların ikisi de  büyüdü,  
at kadar :)) oldular...
o kadar büyüdüler ki , 
yüzleri sakaldan görünmez oldu, 


şimdi bütün bunlar olmuşken  
hala çok seviyorlar mı dondurmayı 
bilmiyorum...

ama ben hala sevmiyorum dondurmayı....

 
dondurmayı da sevmiyorum,
bir oltanın başında saatlerce taş gibi durup
balık tutmayı falan da hiç  sevmiyorum...

 
babam taşkın hoca da sevmezdi balık tutmayı...
ama dondurmaya hayır dediğini hiç görmedim :)))

çünkü büyük bir mutlulukla 
coşkuyla yemek yerdi taşkın hocam...


bir karpuzu dilimlerken de,
kestiği kabuğun altında kalan kısmı kaşıklarken de 
mutlulukla  kendinden geçerdi...

ben de, bazen ters ters bakardım
babamın bu aşkla yeme ayinlerine ....


mayıs'ta yine gittim ayağına taşkın hocanın...
çiçeklerini sarmaşıklarını suladım...
artık iyice yerleşen toprağına sakince  baktım...
mermer yastığını yatağını yorganını düzelttim kendimce...
herkes artık her yerde mırıldanıyor bir şeyler  
ama baba ben sana mayakovski'den şiirler okuyacağım
diye diye cümleler kurdum içimden içimden...



yarım asrı geçirmiş şu halimle bile 
hakkıyla tuhaf  adamım ya 
çocukluğumda da böyleydim...

 
az çekmedi taşkın hoca da şu tuhaf   oğlundan :)))
bir gün , artık baba oğul ikimiz de yaşını başını almışken
"oğlum,  med cezirli  zihnini  anlamak bize artık  zor 
ama bu  zihinle yaşamak,  en çok sana zor"
demişti bıyık altından tıslayan gülümsemesiyle....


durur durur , küt diye bir cümle kurardı taşkın hoca;
sanki sıradan bir çiviyi 
sıradan bir tahtaya çakar gibi...

oysa, tam o anda  bambaşka bir ışık yanıp sönerdi cümlede...
ışığı gördünüz , gördünüz...!
göremediyseniz "veleddalin amin.." dercesine 
yürür giderdi taşkın hoca, yeni bir maçı daha izlemeye...
tam o anlardan biriydi işte, bu cümlesi de...


dedim ya, çocukken, yaşıtlarım kendinden geçerken
dondurmalara falan dönüp bakmazdım....


yeşil nohut yerdim demet demet...
taze bakla yerdim sap sap...
leblebi tozuna bayılırdım...
kahve tozu kaşıklardım...


bir de habire okurdum, 
bacaklarımı tavana dikip :)))

zihin nasıl bir şey....
küçükesat akasya dondurmacısı BURHAN abiyi
anlatayım diye giriyorum söze, 
kelimeler nasıl alıp başını gidiyor...

hasılı kelam; 
iki evladım da büyürken 
ev halkının bir ferdiydi 
AKASYA DONDURMACISI 
BURHAN abi....

 
kasım geldi mi, kapatır giderdi dondurma dükkanını...
nisan'la birlikte o küçücük dükkan 
yeniden elden geçip boyanır, önüne iki masa atılırdı...

 
her seferinde, ayaküstü derin sohbetler ederdik burhan'la...
memlekete dair...çocuklara dair...insanlara dair...
onun da saçları benimkiler gibi gümüş grisiydi...
severdi uzun gümüş grisi saçlarını eliyle taramayı...
plastik kutulara koyduğu dondurmaların üzerine
envai çeşit soslar dökmeye adeta bayılırdı....


ah burhan abi, 
herkes sos sevmez ki :))) diyemezdim...

 
ki senin dondurmalarının 
sosa , süse ihtiyacı yoktu ki...burhan abi...

 
ve bir de çok severdi dükkanına giren çocuklara
bu bir top dondurma da benden hediye...demeyi...

ve her çocuğa  
"okuyun, iyi okulları hedefleyin.." derdi...
o kadar sık tekrarlardı ki bu uyarıyı, 
bazen oradaki çocuklarla göz göze gelip 
gülüşürdük bu ısrardan dolayı...


bir gün, daha da ışıltılıydı burhan'ın yüzü...
nasıl da kendinden geçen bir mutlulukla 
bizim evlat  dereceyle ODTÜ'yü kazandı...demişti...
bunu özellikle benimle paylaşmak istemişti
çünkü ben onun gözünde hakkıyla okumuş yazmış
"TRT prodüktörü & mürekkep yalamış" adamdım...


bu cümleyi az önce burhan'ın ağzından yazarken  

"bizim oğlan" diye yazdım ama;
sonra tereddüte düştüm burhan'ın evladı kız mı oğlan mıydı diye
evlat diye  cinsiyetini belirtmeden yazmam da bundan sevgili okur.


hayat böyle işte...
herkes herkese 
bir şekilde değiyor 
ve gidiyor....!


KÜÇÜKESAT   
AKASYA DONDURMACISI 
BURHAN ABİ de
esat'ın bir dönemindeki tüm çocukların 
hayatına dokundu ve gitti....


şimdi bu yazıyı yazarken 
yeniden okudum ki , 
o dönemin çocuklarından biri, 
yıllar sonra  büyümüş de 
EKŞİ SÖZLÜK'te 
burhan abisi için şunu demiş; 


"TİPİTİP parasına , 
yani bir sakız parasına 
biz çocuklara 
çok büyük mutluluklar sattın 
onca sene burhan abi...
huzur içinde uyu...
yalnız ; 
dondurmanın üzerinde sos olmasın 
tamam mı burhan abi :)))" 



burhan abi, benim bu yazım bitiyor...
var mı diyeceğin yeni bir şey...

tahminen benden bir iki yaş büyüktün sen...
ve 5 yıldan fazla oldu öleli...

artık sıralama da  değişti burhan abi...
ben abi oldum, sen kardeş oldun...
sen 40'lı yaşların sonunda kaldın
ben 50'den devam ediyorum burhan abi, 
51,  52 diye...

burhan abi, yazı bitiyor
galiba bu seneki yaz da bitiyor, 
benim çocuklarıma da,  
yıllar yıllar önce 
çocukluklarını yaşarken 
bir tipitip parasına 
tarifsiz mutluluklar yaşatan 
aklının aydınlığından
gönlünün ganiliğinden
daima gülümseyen yüzünden
ve tabi ki gözlerinden 
sevgiyle öperim 
kardeşim (!) burhan abi...
      
      ( 22 temmuz 2019 / ankara / murat örem ) 
















19 Temmuz 2019 Cuma

yandım ki ne yandım; "SUSURLUKLU sadık abigil" beni facebooklarda engellemiş :)))



önce, "bu konu hakkında yazmayayım,  gerek yok"  dedim...sonra içimdeki  ukala ve doğrular için didişmeyi seven murat örem:)))  bu konuyu mutlaka yazsana,  böyle SAYGISIZ tavırları da güzellikler gibi mutlaka  yazmak, duyurmak  lazım... diye enikonu bastırınca yazmaya karar verdim...


siz de, bu yazılanları, akşam yemeği sonrası 
bol köpüklü sade kahve niyetine okuyunuz... 
gözünüzü seveyim, kahveye şeker eklemeyin :)))


olay çok kısa....
ama yazmasam olmazdı...
başlıyoruz....


bugün öğleye doğru elimdeki telefonla MAALESEF hepimizin hastalığı ve zaafı olan facebookta geziyorum....bir paylaşım gördüm facebook arkadaşlarım(!) arasında "....şuralara gezi düzenlendi...şu kadar gün şu kadar lira...şunca şehir gezilecek...ödemede kredi kartına taksit OLASILIĞI da vardır..." diye...


bu duyuruyu  paylaşan facebook arkadaşımın ismine baktım; SADIK YÖRÜKALP...şahsen tanımıyorum ama SUSURLUK'tan tanıdığım yörükalpler pek çok....


zaten aylar önce bana sadık yörükalp'ten gelen  arkadaşlık isteğini de bu referanslarla kabul etmiştim....eminim bundan....


-burada bir parantez açıp söyleyeyim; 2 yılı aşan facebook maceramda 600'a yakın isim içinde,  şahsen karşıya arkadaşlık teklifinde bulunduğum kişi sayısı   5 i bile bulmaz... 



bu konularda hep KİBİRLİ ve MESAFELİ  bir adam oldum ben....


arkadaşlık teklif ettiğim 5 kişinin de  hepsi siyasal bilgiler fakültesinden 70 yaşında, 35 yıllık hocalarımdır... ayrıca   sahte veya pespaye  bir hesap değilse,  kimsenin arkadaşlık teklifini de reddetmedim bunca zaman....1 saat bile bekletmedim, saygısızlık gördüğüm için...ve yine karşı taraf bana veya ortalığa çok aleni bir saygısızlık yapmadıysa asla ve kat'a  ENGELLEMEDİM....



ben demokratlığı kağıt üstünde veya lafta yaşayan biri olmadım hiçbir zaman...çocuklarımın mermi gibi lafları dahil, hatta en hareketli kurumların birinde 500 kişinin müdürlüğünü yaptığım dönemler  dahil, en ağır eleştirileri bile can kulağıyla ve sakince dinlemişimdir...büyüklerden ziyade, özellikle çocuklarımın eleştirilerinden ders çıkardığım dönemler de  çok olmuştur....olacaktır da....



ÇÜNKÜ 
DEMOKRATLIK ; 
HAMİLELİK GİBİDİR....


HAMİLELİK  GİBİ
DEMOKRATLIĞIN  DA
AZI & ÇOĞU OLMAZ (!)...


YA DEMOKRATSINIZDIR 
YA DA DEMOKRAT DEĞİLSİNİZDİR... 

BU KADAR...-



parantezi kapatıp devam edelim;  işte yukarıda anlattığım prensipler ışığında sadık yörükalp'in de arkadaşlık istediğini kabul etmişim zamanında...bugün,  o türkçe yanlışıyla dolu paylaşımını yapan kişinin teklifini yani...



zamanında sadık yörükalp'in arkadaşlık teklifini kabul etme kararı verirken , o ana dek tanıdığım kıymetli yörükalpleri mutlaka geçirmişimdir aklımdan...


mesela en sevdiğim yörükalp; TANER YÖRÜKALP'tir... bir zamanlar , eş durumundan her yaz,  upuzun aylarımı  geçirdiğim tatlısu / dalyan'da gepgenç parlak bir zihin olarak ne çok dinlemiştir murat örem abisini taner sigaralı biralı sohbetlerimizde....kendisi de ne çok anlatmış, sorular sormuştur...



zaman içinde başka yörükalpler de tanıdım elbette...çoğu yine zamanın akrabalık / hısımlık bağlarından olmak üzere....mesela bir GÜRHAN YÖRÜKALP vardır ki tanıdıklarım içinde, hakikaten her haliyle müstesna insanın, inancında samimi insanın  hasıdır....selam saygı hürmet olsun ona da, buradan....kulakları çınlasın....


işte yörükalplerle ilgili bunca olumlu çağrışımın üzerine, aylar önce sadık yörükalp'in arkadaşlık teklifini de kabul etmişimdir...


bugün sadık yörükalp'in yukarıda anlattığım ifade yanlışı üzerine içimdeki türkçe dostu durmadığı için bir yorum yazdım gayet efendice ve şöyle dedim  " kredi kartına taksit OLASILIĞI olmaz...taksit OLANAĞI olur....çok yapılan yanlıştır bu... olasılık ihtimal kelimesinin, olanak da  imkan kelimesinin yenisidir....dolayısıyla bu cümlede  taksit OLANAĞI demeniz lazım..."



yorumun özü bu...hepsi bu....sonra unuttum gittim...yayına girdim...stüdyodan yüzbinlerce belki milyonlarca  insana seslendim canlı yayında...yayın bittiğinde , bahçede bir çay içerken,  baktım cevap gelmiş sadık yörükalp'ten....şöyle bir şey "benim KİMYA dersim çok iyiydi....dilbilgisini hiç önemsemedim...ciddiye de almam..." bu cevap cümlesinde, bir hatayı kabullenmek, yanlışı düzeltmek  falan olmadığı gibi , bana yönelik "sen işine bak, gazel okuma  oralardan, dünkü çocuk..." tarzı da vardı....


anladım ki burada sevgili sadık yörükalp ,  BABAM TAŞKIN HOCAMIN kimya öğretmenliğine atıf yapıp beni köşeye sıkıştırıyor (!!!) sıkıştırdığını sanıyor...birkaç yaş da büyük ya...hak görüyor bu langır lungur üslubu....oysa karşısındaki adam da YARIM ASRI devirmiş gelmiş :))) bembeyaz sakallarıyla...



cevabı okuyunca pis pis kafa salladım ama bir yanım yine de gururlandı...,babam taşkın hocamın,   ÖGRENCİLERİNE , HEM DE HİÇBİRİNİ AYIRT ETMEDEN  SEVGİYLE AKILLA SAHİP ÇIKAN yanını,  şu yaşıma dek o kadar çok duymuştum ki gururla... hele şubat 2017'deki ölümünden sonra kıymet bilen bu cümleler ne kadar çoğalmış ve ne hüzünlü gecelerde bana yoldaş olmuştu...


konuya dönersek....ben de iki satır cevap verdim yeniden  saygılıca ama çok net biçimde sadık yörükalp'e..."ben size yazının, ifadenin doğrusunu söylemiş olayım da, yanlışınızı göstermiş olayım da,  siz isterseniz ciddiye alın, isterseniz bildiğinizi yazmaya devam edin..." diye...


ve sonra olanlar oldu...
olmuş...


bir baktım ki 
SADIK YÖRÜKALP beyefendi, 
beni facebookta ENGELLEMİŞ....

karşılıklı yorumlarımız da 
yalan olmuş...silinmiş gitmiş otomatik olarak...

bunu görünce
nasıl dünyam karardı, 
nasıl dünyam karardı, 
bilemezsiniz :))))



size bir şey söyleyeyim mi; 
bu kadar hoşgörüsüzlükle, 
eleştiriye tahammülsüzlükle 
bir toplum iki milim ileriye gitmez....!!!!

bunu yapanlar da 20, 25 yaşında toy gençler değil...
torun torba sahibi insanlar....


hepiniz oturduğunuz yerden, facebooklarda falan,  sizi yönetenlere ya da muhalefete, benim hiç onaylamadığım biçimde SAYGISIZCA aklınıza geleni yazıyorsunuz ya...bunu kendinize hak görüyorsunuz ya...


ama birileri de size mesela;  bu paylaştığınız şiir nazım hikmet'in değil, zibidinin biri bir yerinden uydurmuş, altına da nazım hikmet yazmış .....özenli olunuz....deyince hemen  KÜSÜYORSUNUZ ya...


olmaz efendiler 
böyle olmaz....!!!


nerede kaldı sizin  
DOĞRUYU  ÖĞRENECEK 
yanınız...


bu çocuksu tavırlarla
YANLIŞSINIZ....
KÜLLİYEN YANLIŞSINIZ....


net olarak söylüyorum; içinizde böyle en basit eleştiriye bile tahammülsüzler varsa,  hemen çıkarın beni listenizden...engelleyin hemen...


sakın arkadaşlık da teklif etmeyin....
tam size ümit bağlıyorum :)))
sonra beni yarı yolda bırakıp 
engelliyorsunuz...
bileklerimi kesesim geliyor :))))


şunu hepiniz biliniz ki 
ben buralarda gördüğüm her yanlışı
dilbilgisi dahil, 
bundan sonra da herkesin içinde 
ELEŞTİRECEĞİM...!!!


siz de beni haklı yerde eleştirirseniz
çocukluk yapıp küsmek engellemek yerine 
bir de enikonu TEŞEKKÜR EDECEĞİM...


yazı bitti...
acı kahveniz de bitmiştir...


kesin karpuzları kavunları o zaman...
varsa bir de rakınız ,  
peynirler de benden :)))


hadi bir de rahmetliden  şarkı olsun 
yazının sonuna :)))) 


"gelen de yandı, 
giden de yandı...
dünya kime kaldı :))))

( 19 temmuz 2019 / ankara / murat örem )


4 Temmuz 2019 Perşembe

"annem annem / tüm kapıları / çivilemek geliyor içimden...."

                               yaşayan son has şairlerden hüseyin avni dede- 

küçük iskender öldü....
54 yaşındaydı...
kanserden öldü...
1 yıl direndi kendince
ve öldü....


şairdi küçük iskender...
artık şiir yazılmayan 
şiir okunmayan 
şiirin aşağılandığı 
bir coğrafyada
şiir yazıyordu....
şiir gibi yazıyordu....


küçük iskender 
1980'lerde 
son sınıfa kadar 
tıbbiyeli olmuştu....
sonra bir başka fakülteli...

edebiyatçıydı...
şairdi...
aykırıydı...
marjinaldi...
eşcinseldi....
küçük iskender....

bir insanın 
eşcinsel olmasına
vurgu yapmak anlamlı değildir...
şık da değildir...

ama o insanın kendisi
yıllar boyunca 
bu tarafını da 
önemseyip öne çıkardıysa
araştırmalara panellere
bu yanıyla da katkı sağladıysa
bunu  da bir başlık olarak söylemek 
ayıp olmaz...


50 küsur yaşındayım...
dünya şiiri dahil 
yüzlerce şiiri 
hala okuyabilirim ezberden...

ama hiç küçük iskender şiiri yok ezberimde....

fakaaat 
bir ahmet erhan şiirine meftunumdur...
ne kadar hüzünlüdür ahmet erhan şiiri...

kimseler bilmez ama 
bir mehmet müfit şiiri vurur geçer....

ki, yazının başındaki dizeler de
mehmet müfit'indir....

hiç kimseler umursamamıştır ama
bir süha tuğtepe şiiri darmadağın eder...


bilir misiniz...
ahmet erhan da
mehmet müfit de
suha tuğtepe de 
çok çok çok oldu 
öleli...


siz, 
kayıkçı kavgası bile olamayan
tv tartışma porgramlarını (!)
evinizde izlerken
şairler patır patır ölür....
takır takır ölür....


en fazla , 
çanağın içinden aldığınız
kabak çekirdeğinin 
acı çıkması kadar 
önemsersiniz 
şairlerin ölmesini....

o yüzden de
bir bulanık derenin 
lezzetsiz balıkları gibi
yaşar gidersiniz....

ben de oturur 
mehmet müfit dizelerinden
başlık yaptığım
kahırlı yazılar yazarım....

( murat örem / 04 temmuz 2019 / ankara )